07-10-2018, 06:49 PM
Atatürk Hakkında İlginç Bilgiler
* Atatürkün Cumhurbaşkanlığı sırasınd Hiç yurtdısına cıkmadığını, butun liderlerin onu Turkiye de ziyarete geldiklerini,
* Atatürk`ün dünyada `başöğretmen` sıfatlı tek lider olduğunu,
* Bir geometri kitabı yazdığını. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin (Türkçe) isim babasını bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemal olduğunu,
* Bir röportajda "Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?" diye sorulur,
Atatürk: "Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için. Davet gelirse düşünürüz". BM yasasını değiştirir ve ilk davet edilen ülke biz oluruz dediğini,
* Yıl 1938, General McArthur´un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüz yirmiden fazla kişiye döner ve aynen şöyle der:
"Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal´i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* Yıl 2000, ABD Başkanı`nın milenyum mesajından bir alıntı :
"Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk´ tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir" dediğini,
* Yıl 1938, Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiir`den alıntı :
"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir"
* Norveççe`de `Atatürk gibi olmak` diye bir deyim olduğunu,
* Kurtuluş Savaşında rütbe alan bir çok kadın askerlerimiz var.
Ama dünya tarihine geçen tek bir üsteğmenimiz var; 700 erkek, 43 kadından oluşan bir müfrezenin reisliğine bizzat Atatürk tarafından atanmış Üsteğmen Kara Fatma olduğunu,
* `Atatürk çiçeği`nin adını, çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landin`in koyduğunu ve bu çiçeğin tüm dünyada bu isimle üretilip satıldığını,
* Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina´daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
* "Minber" adında bir gazete çıkarttığını ve 52 sayı yayımlanan gazetede ilk defa sansür kelimesi geçtiğini
* Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı vasiyetinde mezar taşına yazılmasını istediği metni bırakmıştır. Diyor ki: "Bütün ömrüm boyunca Türkiye´nin lideri Mustafa Kemal Atatürk´ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm" ,
* Yıl 2005, Amerika´nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Johns`un önerisi "Türkiye ekonomiyle savaşta bir tek Atatürk´ ü örnek alsın yeter" dediğini,
VE ATATÜRK :
"Milletimi şimdiye kadar söylediğim sözlerle ve hareketlerimle aldatmamış olmakla gurur duyuyorum."
M. Kemal ATATÜRK
* Dr. Neşet Ömer bey Atatürk’ü muayenesi sırasında dilini çıkarmasını istemiş, Atatürk o anda “ve aleykümselam” diyerek gözlerini kapatmış ve son nefesini vermiştir. Hulusi TURGUT. Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları. Sh 659. Türkiye İş Bankası Yayınları. 2009.
Sadece birisi, birileriyle karşılaşınca “verilen selama cevaben” söylenmesi gereken bu sözü kim(ler)e demiştir? Açıklaması aşağıdaki Kur’an ayetlerinde:
“Ölmek üzere olan kişi … Allah’a yakın olanlardan ise … eğer kutlu, uğurlu kişilerdense, ‘Selam sana kutlu ve uğurlu kişilerden!’ denir ona.” (Vakıa 56/88-91)
Biz göklere havale etmeyiz, akıl ve ilimle yerde yaparız işimizi. Atatürk
—————–
“Ey böyük Türk’ün böyük Komutanı! Seni ziyaret etmekle özüm ve milletim adına şeref duydum. Senin Asgerin.” Ebulfez ELÇİBEY. Azerbaycan Cumhurbaşkanı. Kasım 1993. Anıtkabir özel defteri
——————-
“Hiç dünyada böyle bir şey gördünüz mü? 1938’de vefat etmiş bir liderin bu kadar tartışıldığını, her gün köşe yazılarına konu edildiğini, taraftarlarıyla karşıtlarının kanlı bıçaklı olduğunu hatırlıyor musunuz? Dünyada böyle bir örnek var mı? Amerikan basını kendi liderlerini unutmuş durmadan Atatürk’ü yazıyor, Fransız basınında De Gaulle’den çok Atatürk adına rastlanıyor, Britanya’da adı, Churchill’den fazla geçiyor… Bütün dünya niçin işi gücü bırakmış da 130 yıl önce Selanik’te doğmuş olan bir Osmanlı çocuğuyla ilgileniyor?” Zülfü Livaneli 29.11.2011
—————
Bir gün mecliste, Halk Partisi tüzüğü konuşulduğu zaman, Konya milletvekili Naim Hazım kürsüde ağır eleştirilerde bulunuyordu. Eleştiriler hiç de hoşa gidecek şeyler değildi. Hoca bir aralık:
-“Bu ‘asri’ kelimesi ne demektir?” deyince, Gazi, başkanlık makamında oturduğunu unutarak, yukarıdan konuşmacıya doğru eğilerek:
“Adam olmak demektir, hocam adam olmak…” der
—————
“Onun serveti kendinin değildi!… Milletinindi. Bunu önce Nutuk’da belirtmiş, daha sonra da gereken hukuki altyapıyı hazırlayarak, nesi var nesi yoksa Hazine’ye bağışlamıştı.
Kendilerine çıkar sağlamak için özel yasalar çıkarttıran devlet adamlarına dünyanın her yerinde rastlanmıştır, bundan sonra da rastlanacaktır. Fakat nesi var nesi yok, tüm mal varlığını ulusuna, yani hazineye bağışlamak için özel yasa çıkarttıran bir devlet adamına, ne Atatürk’ten önce ne de sonra bir daha rastlanmamıştır…” Orhan Çekiç. 1938 Son Yıl. Kaynak Yayınları
—————-
“Yüz yılda bir, bir dâhi gelir; küçük Asya’dan çıkacağını ben nereden bilebilirdim?”
1922 Eylül’ünde Çanakkale’de İngiliz kuvvetlerine ültimatom vererek kenara çekilin geçeceğiz diyen Kemal’in askerlerine karşı verdiği saldırı emrini kimse dinlemeyince 12 Ekim 1922 de istifa etmek zorunda kalan Türk düşmanı – Yunan dostu İngiltere eski Başbakanı Lloyd George.
——————-
Atatürk Cumhurbaşkanlığı sırasında hiç yurtdışına çıkmamıştır, birçok lider Türkiye’ye onunla görüşmeye gelmiştir,
——————–
Sakarya Savaşı çok kritik gidiyor. Her an kaybedebiliriz.. Savaş yitirilirse Ankara düşer. Meclis, bu ihtimali dikkate alıp, gerektiğinde hemen daha içerilere çekilme kararı vermiş.. Ankara, taşınma telaşı içinde. Öte yandan Mustafa Kemal’in derhal Sakarya’ya hareket ve orduya bizzat kumanda etmesi de uygun görülmüş. Mustafa Kemal o sıralar hem ev, hem makam olarak Ankara Garı içindeki küçük bir lojmanı kullanıyor. Ertesi sabah erkenden Sakarya’ya hareket edecek. Gece yarısı Özel Kalem Müdürünü yanına çağırıyor ve soruyor. “Kararname hazır mı? Hemen getir, Sakarya’ya gitmeden imzalayayım. Ne olur ne olmaz?” Mustafa Kemal’in o en karanlık günde unutmadığı, peşine düştüğü, savaşa gitmesine bir kaç saat kala “Hemen getir, imzalayalım” dediği kararnameyi tahmin etmeniz mümkün değil. Ama şimdi okuyunca Atatürk’ün neden bu kadar “Büyük” olduğunu, neden tüm dünya liderleri arasında bir benzerinin daha bulunmadığını bir kez daha anlayacaksınız.. “Ankara’da bir Etnografya Müzesi Kurulması ve Eski Ankara Evlerinin Korunması Hakkında Kararname..”
Kendinden ve ordusundan o kadar emindi yani.
Sakarya Savaşı’ndan sonra ..Atatürk’e şöyle sormuşlardı: “Sakarya cephesi bozulsaydı ve düşman Ankara’ya doğru ilerleseydi ne yapardınız?” Bu soruya Atatürk hiç bir tereddüt göstermeden anında şu cevabı vermişti:
-“Güle güle beyler der, onları Anadolu’nun ortasında yok ederdim … ”
“İşte o zaman işimiz zor olabilirdi” ya da “bunu düşünmek bile istemiyorum” gibi bir cevap vermemiştir. Cevabı kendinden emin ve sonu sanki baştan bilen bir kararlılıkta olmuştur.
Bu iki anekdot gösteriyor ki Atatürk, Sakarya Savaşı’nda düşmanı mağlup edeceğini kesin olarak biliyordu. Bundan en küçük bir endişesi bile yoktu.
——————
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı araştırmaya göre, 10 bin civarında kitap okumuş. Atatürk tarafından kenarlarına notlar, eleştiriler, açıklamalar konarak okunan kitapların dökümü şöyle: 1233 tarih, coğrafya ve biyografi, 121 felsefe, 161 din, 387 dilbilim, 261 askerlik, 204 siyasal bilimler, 150 hukuk. Bitmedi. Yurt içinde yaptığı tüm gezilerde, okuyacağı kitaplardan birkaç sandık yanına alıp götürürdü. Bu kitapların aralarında Doğu ve Batı filozoflarının eserleri de vardı. Cumhuriyet, 9 Aralık 2004.
——————
Takvimler 1923… Adres Kordon. Naim Palas. Cumbada oturuyor Sarışın Kurt. Sevmez fazla yemeği. Leblebi var önünde. Garson titriyor, çünkü çocuk Rum. Sesleniyor Gazi, şefkatli… “Vre Dimitri” diyor: “Gel bakayım.” Çocuk “Buyur Pasam” diyor ş`lere dili dönmeyen, kırık dökük Türkçesiyle. .. “Sizin Kosti …” diyor, işgal sırasında kasıla kasıla İzmir`e gelen Yunan Kralı Konstantin`i kastederek, “geldi mi buraya?” -Geldi Pasam –Oturdu mu bu masaya? -Oturdu pasam –Güneş batarken rakı içti mi? -İçmedi Pasam. –E o zaman sormadın mı be çocuk, Ne halt etmeye almış İzmir`i?
————————
Atatürk, Mersin’e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş: -Bu köşk kimin? -Kirkor’un… -Ya şu koca bina? -Yorgo’nun… -Ya şu? -Salomon’un… Atatürk biraz sinirlenerek sormuş: -Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarında bir köylünün sesi duyulur: -Biz mi nerede idik? Biz Yemen’de, Tuna Boyları’nda, Balkanlar’da, Arnavutluk Dağlarında, Kafkaslar’da, Çanakkale’de, Sakarya’da savaşıyorduk paşam…
Atatürk’e göre hayatında cevap veremediği tek insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur.
—————–
Atatürk‘ün doğumunun 100. yılı bütün dünyada, “1981 Atatürk Yılı” olarak kutlanmıştı. Bu uygulama, dünyada ilk ve tektir. Oy birliği ile alınan 27 Kasım 1978 Tarihli UNESCO Genel Kurulu kararında aynen şunlar yazıyordu: “UNESCO Genel Konferansı; Uluslararası anlayış işbirliği ve barış yolunda çalışmış üstün kişilerin gelecek kuşaklar için örnek olacakları inancıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 100. Yıldönümü’nde, 1981 yılında anılmasını kararlaştırmıştır. Atatürk kimdir; Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkilapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu”
—————-
Atatürk dünyada “başöğretmen” sıfatlı tek liderdir.
—————–
“1923 yılı sonlarında İstanbul Üniversitesi’nde öğrenci olduğum sıralar, okul duvarında bir ilan gördüm: “Avrupa’ya talebe yollanacaktır.” Allah Allah dedim, ülke yıkık dökük. Her yer virane… Bu durumda Avrupa’ya talebe göndermek lüks gibi gelen bir şey. Ama şansımı bir denemek istedim… 150 kişi içinden 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına Atatürk “Berlin Üniversitesi’ne gitsin” diye yazmış… Vakit geldi. Sirkeci Garı’ndayım ama kafam çok karışık. Gitsem mi, kalsam mı? Beni orada unuturlar mı? Para yollarlar mı? Tam gitmeyeceğime karar verdiğim, geri döndüğüm sırada bir posta müvezzii (dağıtıcısı) ismimi çağırdı: “Mahmut Sadi, Mahmut Sadi…” “Benim” dedim. “Telgrafın var.” Telgrafı açtım, aynen şunlar yazıyordu: “Sizleri (yurtdışında okumaya) bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz. Mustafa Kemal.” Bunu okuyunca düşündüklerimden utandım… “Şimdi gel de gitme, git de çalışma, dön de bu ülke için canını verme” dedim.Düşünün, 1923 yılında o kadar işinin arasında 11 öğrencinin nerede, ne zaman neler hissettiğini sezebilen ve ona göre telgraf çeken bir liderin önderliğinde bu ülke için can verilmez mi? Çok başarılı oldum. Kıvılcım olarak gittim, ülkeme alev olarak döndüm. İstanbul Üniversitesi Genel ve Beşeri Fizyoloji Enstitüsü’nü kurdum, Kürsü Başkanı oldum. Daha sonra ülkemin Başbakanlığını yaptım. Ben kim miyim? Ben sadece iki satırlık bir telgrafın yarattığı bilim adamıyım!” Ordinaryüs Prof. Sadi Irmak. Çalışma Eski Bakanı ve Eski Başbakan.
——————-
Bütün hazırlıklar tamamlanmak üzereydi. Kesin bir hücumla Türk topraklarından düşman temizlenecekti. Artık zamanı gelmişti… Yabancı elçiler, diplomatlar, kor diplomatik temsilciler 24 Ağustos gecesi verilecek olan kokteylde O’nu bulamayacaklardı. Çünkü gizlice hareket etmişti. 25-26 Ağustos gecesi Kocatepe’nin hemen güneyindeki, dere içindeki Başkomutanlık Karargahı’ndaydı. Ankara’dan ayrılmadan önce yakın bir arkadaşına şunları söylemiştir:
– “Taaruz haberini alınca hesap ediniz…Onbeşinci gün İzmir’deyiz…” Şu an bu satırları yazarken bile yine tüylerim ürperiyor… Evet… Yine inanılacak gibi değil ama Taarruzdan 14 gün sonra İzmir’e varılmıştır!…
Atatürk’ün buna cevabı şu olur: “Bir gün yanılmışım.” (Bülent Pakman’ın notu: İzmir’den gelen “Rumlar Türkleri kesiyor yetişin” haberi üzerine bir süvari birliği olağanüstü bir gayretle durup dinlenmeden İzmir’e yönelmiş, normalden 1 gün önce İzmir’e girmiştir. Esas ordu Mustafa Kemal’in tahmin ettiği günde İzmir’e girmiştir).
———————–
Osmanlı döneminde okullarda okutulan geometri kitaplarındaki terimler anlaşılmaz bir haldeydi. Üçgene müselles, alan için mesaha-i sathiye, dik açı yerine zaviye-i kaime, yükseklik yerine kaide irtifaı deniliyordu. 1936 yılının sonbaharında Atatürk, Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman ve Agop Dilaçar’ı Beyoğlu’ndaki Haşet kitabevine gönderir ve Fransızca geometri kitapları aldırır. Kitaplar gelince uzmanlarla beraber gözden geçirmiş ve geometri kitabının ilk çalışmalarına başlamıştır. Kış ayları boyunca Dolmabahçe Sarayı’nda bu kitap üzerine çalışan Atatürk’ün hazırladığı kitap Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 1937’de yayımlanmıştır. Atatürk kitabında Arapça ve Farsça kökenli bazı geometri terimlerine boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesek, kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban, eğik, kırık, çekül, yatay, düşey, dikey, yöndeş, konum, üçgen, dörtgen, beşgen, çokgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, artı, eksi, çarpı, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayı, gerekçe gibi günümüzde hala kullanmayı sürdürdüğümüz Türkçe karşılıklar bulmuştur.
44 sayfalık bu eserin hiç bir baskısında Mustafa Kemal Atatürk’ün ismi yer almaz. Devlet Basımevi tarafından 1937 yılında İstanbul’da yapılan ilk baskısının dış kapağında; “Geometri öğrenenlerle, bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığınca neşredilmiştir” ifadesi yer almaktadır.
————————–
Atatürk yemek yerken İngiliz astsubayın kendisini izlediğini farketmiş. Önceleri umursamayıp yemeğine devam etse de uzun süre devam eden nefret dolu bakışlar Atatürk’ü rahatsız etmiş. Yaverine bakışların sebebini öğrenmesini buyurmuş. Yaveri Ata’ya: “Çanakkale’ de babasını öldürmüşsünüz Atam!” demiş. Atatürk’ ün verdiği cevap ise şu olmuş:
“Git sor kendisine; babasının Çanakkale’de ne işi varmış“
———————-
Kurtuluş sonrası İngiliz Donanması’nın İzmir Limanı’nda kalmayı sürdürmesi Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı çok tedirgin etmekteydi. İngiliz Donanma Komutanı ziyaretine gelir. Gazi konukseverlik gösterir. Amiral, kendi yurttaşları ile azınlıkların durumlarını sorar. Gazi; suç işlemeyenlerin İzmir’de kendisi kadar güvende olacaklarını, suç işleyenlerin yargının önüne çıkacaklarını söyleyince konuşma gerginleşir.
Donanma komutanı der ki:
– Fakat Paşa Hazretleri, olağanüstü günler geçirdik. Yunan Ordusu’ndan yüreklenen alan bazı Rum ve Ermeniler şımarıklık yapmış olabilir. Bunlar, olağanüstü günlerin olaylarıdır. Hoş görülmesi gerekir. Eğer bu kimseler, halkın düşmanlığına bırakılacak olursa, bütün dünya size karşı ayağa kalkar!
Son tümceye kadar gülümsemekte olan Mustafa Kemal Paşa, amiral gözdağına kalkışınca sözünü bıçak gibi keser:
– Şu “Efendi Devlet” rolünü bir yana bırakınız Amiral! Uluslara da gözdağı vermekten vazgeçiniz! İngiltere ve müttefiklerinin (bağlaşıklarının) ayağa kalkıp kalkmayacağını düşünmem! Bunlar ülkemin iç işleridir; kimsenin bu işlere karışmasına izin vermem!
Amiralin yüzü kül gibi olur:
– İngiltere Hükümeti’nin uyrukdaşlarını her yerde koruma hakkı, devletler hukukunun güvencesi altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını yalnızca rica ettik. Yoksa biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz…
İşte o zaman Mustafa Kemal Paşanın tepesi iyice atar:
– Arkaladığınız Yunan Ordusu’nun denizde yüzen leşlerini sanırım görmüş olmalısınız! Türk Ordusu düzeni sağlayacak güçte olduğu gibi, limanı boşaltacak güçtedir de… Donanmanızın en kısa sürede limanı terk etmesini istiyorum!
Amiral ne yapacağını şaşırır ve şöyle der:
– İngiltere’ye savaş mı açıyorsunuz?
Paşa burada son sözünü söyler:
– Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr Antlaşması’nın hala yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırttık… Karşımda oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz! Bizim gözümüzde “barış antlaşması yapmamış” iki devletiz. Savaş hukuku yürürlüktedir. Gemilerinizi hemen kara sularımızdan çekmeniz konusunda sizi uyarıyorum!
Amiral kekeler:
– Affedersiniz!
Amiral odadan ayrılır.
Görüşmeden sonra İngiliz Hükümeti, Türk Hükümeti’ne uyarı verir. Komutana söylenenlerin yazı ile gerçeklenmesini ister… İstenen yapılır. Söylenenler yazılarak olduğu gibi gönderilir. Olay kentte de duyulur ve tedirginlik başlar. Ancak birkaç saat sonra İngiliz ve Fransızlar, kendi devletlerinin uyruğunda olanları gemilere bindirip sessizce çekip giderler.
Salih Bozok o anı şöyle anlatmaktadır:
“Verilen zaman bittiğinde, büyük İngiliz donanmasının uzaklaşmasını izledik. O ise, bakmıyordu bile…”
Kaynak: Hanri Benazus, Anılarla Atatürk’ün İzmir’i. (Yaveri Salih Bozok’tan.)
———————————–
Bir röportajda “Milletler Cemiyeti’ne üye olmayı düşünüyor musunuz?” diye sorulur “Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için. Davet gelirse düşünürüz”. diye cevap verir, Birleşmiş Milletlerin 2. Dünya Savaşından önceki kuruluşu olan Cemiyet-i Akvam yani Milletler Cemiyeti’nin daveti üzerine 6 Temmuz 1932 de Türkiye üye olur.
—————————
Gazi’nin kimlik kodlarının tümünün tecelli alanı bulduğu tarihî eser Nutuk’tur. Nutuk, bazı Atatürk düşmanı mecnunların iddia ettikleri gibi, ‘Atatürk’ün hatıratı’ değildir. Aynı anda tarihî, edebî, felsefî, siyasî bir eserdir. Hemen ekleyelim, edebî yönden baktığımızda, Nutuk, Osmanlıcanın en selis ve seçkin kullanıldığı ender eserler arsındadır. Kısa cümleleri birer edebî söylem gibi yerine oturmaktadır. Ama iş bu kadar değildir. En girift meselelerin ele alındığı en koyu Osmanlıca cümlelerin bazıları son derece uzundur. Bu uzun cümlelere, dikkatle ve eleştirel gözle baktım; hiçbirinde en küçük bir anlam kayması, en küçük bir içinden çıkılmazlık yoktur. Murat ve maksat, en kısa cümlelerdeki vecizlik ve selislikle ifade edilmiştir. Prof Yaşar Nuri Öztürk, Yurt Gazetesi 19.11.2012.
———————-
1911’de İtalya’nın Trablusgarp’ı (Libya’yı) işgal etmesi üzerine, Mustafa Kemal, Enver Paşa, Yakup Cemil, Kuşçubaşı Eşref, Ali Fethi (Okyar) gibi bazı gönüllüler, gizli yollarla Libya’ya giderek orada bölge halkını İtalyanlara karşı örgütleyerek “gerilla savaşı” vermişlerdir. O yıllarda İtalyanlara karşı savaşan aşiretlerden biri de Sunusilerdir. Bu aşiretin lideri Ahmet Sünusi bir gün rüyasında Hz. Muhammed’i görür. Hz. Muhammed, Ahmet Sünusi’nin elini sol eliyle sıkınca, Ahmet Sünusi, Hz. Muhammed’e, “Ey Allah’ın Resulü, neden sağ elini uzatmadın?” diye sorar. Hz. Muhammed, bu soruya “Sağ elimi Anadolu’da Mustafa Kemal’e uzattım” diye cevap verir… (Ahmet Sünusi ile ilgili yazımızı okumak için lütfen TIKLAYIN)
——————-
Yıl 1938, General McArthur´un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüz yirmiden fazla kişiye döner ve aynen şöyle der: “Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal´i görmek için neler vermezdim“.
———————-
Bir tarihte Atatürk Ege Vapuru ile Mersin’e gitmiş. Dönüşte vapur Fethiye’de durmuş. Kasabada halk şenlik yaparken, gemilerden de havai fişekler atılıyormuş. Kendisine eşlik eden Zafer Torpidosu’nda bulunan Atatürk, donanmanın şenliklerini seyrederken, kumandanlardan biri, Zafer Torpidosu kumandanına bir torpil atmasını söylemiş.
Torpido Kumandanı:
– Hay hay efendim, demiş, yalnız bir torpilin değeri elli bir liradır. Bunun üzerine Atatürk:
– Vazgeçin torpil atmaktan, bu millet o kadar zengin değildir. Ve torpido kumandanına dönerek:
– Sizi kutlarım, diye iltifatta bulunmuş.
E.Tümg. Muzaffer ERENDİL. İlginç Olaylar ve Anekdotlarla Atatürk. s.143
————————
Yıl 2000, ABD Başkanı`nın milenyum mesajından bir alıntı : “Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk´tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir“.
———————–
“Türkler, Hz. Nuh peygamberin oğullarından Yâfes’in ”Türk” adlı oğlunun neslindendir. Türk milletinin kökünün dayandığı ”Türk” adındaki insan, insanlığın ikinci babası Hz. Nuh Aleyhisselam’ın oğlu Yâfes’in oğlu olan kişidir.” Mustafa Kemal ATATÜRK
—————————
“Ölülerden medet ummak medeni bir toplum için yüz karasıdır. bugün ilmin, fennin bütün kapsamıyla medeniyetin saçtığı ışık karşısında filan veya falan şeyhin irşadıyla maddi ve manevi saadet arayacak kadar ilkel insanların medeni Türk toplumunda var olabileceğini asla kabul etmiyorum” Mustafa Kemal ATATÜRK 30 Kasım 1925
—————————
Yıl 1938, Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiir`den alıntı :
“Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir“.
————————–
Gazi Çiftliği’nde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladık. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu:
– Merhaba nine!
Kadın Atatürk’ün yüzüne bakarak hafif bir sesle:
– Merhaba, dedi.
– Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Kadın şöyle bir duralayıp
– Neden sordun ki, dedi. Buraların sabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?
– Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?
Kadın başını salladı:
– Tabii söyleyeceğim, ben Sincan’ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindeyim. Bizim mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara’ya geldim.
– Muhtar niçin Ankara’ya gönderdi seni?
– Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım daaaa… Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Ben de gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan beri böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.
– Senin Gazi Paşa’dan başka bir isteğin var mı? Kadının birden yüzü sertleşti:
– Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki… O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona “Sağ ol paşam!” demek için geldim. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşa’yı bulacağım yeri deyiver. Atatürk’ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek:
– Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır… Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum, anacığım, dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk’ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öpmek istedi Atatürk’ün ellerini; Atatürk onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk’e uzattı:
– Tek ineğimin sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.
Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi.
Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi:
“Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.”
Kaynak: Prof.İlknur Güntürkün Kalıpçı’nın Derlemeleri
——————————-
Atatürk’e hakaretten sanık bir köylü hakkında takibat yapılıyordu. Durumu Atatürk’e arz ettiler,
– Mahkemeye veriyoruz, dediler, size küfür etmiş. Atatürk sordu:
– Ben ne yapmışım ona? Evrakı tetkik edenler açıkladılar:
– Gazete kâğıdı ile sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş ta ondan.
Atatürk’e bunu söyleyen bir milletvekilidir. Atatürk sormuş,
– Siz hiç gazete kâğıdı ile sigara içtiniz mi?
– Hayır…
– Ben Trablus’tayken içmiştim, bilirim. Pek berbat şey. Köylü bana az küfretmiş. Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!.
———————–
“Türk hitabet sanatının erişilmesi en güç ve en güzel örneklerinden biri de Nutuk’tur.” İsmail Arar (Sinan Meydan, Nutuk’un Şifreleri, 73)
———————–
Mustafa Kemal Diyarbakır’dayken, İttihatçı fedailerden Yakup Cemil bir hükûmet darbesi yapmaya karar vermiştir. Savaşın kaybedildiğini düşünmektedir. Tek kurtuluş yolunun Bab-ı Âli’yi basıp, hükûmeti devirerek Başkomutan vekili ve Harbiye Nazırı’nı değiştirmek olduğuna inanmaktadır. Yeni Başkomutan vekili ve Harbiye Nazırı olarak da Mustafa Kemal’i düşünmektedir. Anlaştığı arkadaşlarından biri komployu Enver Paşa’ya haber vermiştir. Bunun üzerine Yakup Cemil kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Mustafa Kemal Falih Rıfkı Atay’a anlattığı hatıralarında şöyle demektedir: “O vakit tümenlerimden birine komuta eden Ali Fuad (Cebesoy)’a : Yakup Cemil asılmış. Sebebi de ben Başkomutan vekili ve Harbiye nazırı olmadıkça kurtuluş yoktur demiş. Dediğini yapmış bile olsaydı ben İstanbul’a gittiğimde ilk iş olarak Yakup Cemil’i cezalandırırdım. Eğer ben, o ve onun gibiler tarafından iktidara getirilecek bir adamsam, adam değilim!” demiştir. Falih Rıfkı Atay, Çankaya(2010) ,Pozitif Yayınları, Bir komplo sf 116.
………………………..
Norveç`te eskiden `Atatürk gibi olmak` diye bir deyim bulunmaktaydı. (Günümüz Norveç nesli bunu bilmiyor)
————————-
İlk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi anlatıyor: “Ata’nın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılardı. Utanır, ezilir, büzülür, “Paşam beni mahcup ediyorsunuz” dediğim zaman ‘Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır.’ buyururlardı. Atatürk, şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi.” Atatürk ve Din Eğitimi – Ahmet Gürtaş – Diyanet İşleri Bakanları Yayınları s.12
—————————-
Atatürk cebinden 50 000 lira harcayıp Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an’ın Türkçe Mealini yazdırmıştır.
——————————
Kurtuluş Savaşında rütbe alan bir çok kadın askerlerimiz var. Ama dünya tarihine geçen tek bir üsteğmenimiz var; 700 erkek, 43 kadından oluşan bir müfrezenin reisliğine bizzat Atatürk tarafından atanmış Üsteğmen Kara Fatma’dır.
—————————–
Dünya’da bir devlet başkanı adını taşıyan tek çiçek `Atatürk çiçeği`dir. Bu çiçeğin adını, çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landin’in koyduğu, tüm dünyada bu isimle üretilip satılmakta olduğu söylenmektedir. Ancak bu konuda tam mutabakat bulunmamaktadır. Kesin olarak bilinen Atatürk’ün bu çiçeğin Türkiye’de yetiştirilmesinde gösterdiği özen ve gayrettir.
——————————
Atatürk Arapça biliyor muydu? Birçok din hocasından daha iyi biliyordu ve bunu kendisi de ilan ve itiraf etmiştir. Dinci ve dinsiz yobazlar bu gerçeği saklarlar. Onlara göre, Atatürk’ü ‘Arapça biliyor’ göstermek onu örtülü biçimde ‘dindarlaştırmak’ olur. Onlara göre Atatürk’ü Arapçanın A’sını bile bilmeyen bir adam olarak tescil etmek lazımdır. Prof. Yaşar Nuri Öztürk, Yurt Gazetesi 19.11.2012.
————————
Yunan başkomutanı Trikopis, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina´daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçmiş ve saygı duruşunda bulunmuştur.
————————-
”Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının ‘Kavm-i Necip (B. Pakman’ın notu: Osmanlı döneminde Araplara verilen ad, soyu temiz kavim demek) evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın’ diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla göz yaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegane fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir.”Atatürk. Türk ve Türklük, Türk Standartları Enstitüsü, s.19.
————————-
Atatürk “Minber” adında bir gazete çıkartmış ve 52 sayı yayımlanan gazetede ilk defa sansür kelimesi geçmiştir. Hakimiyeti Milliye ve Ulus Gazetelerinde bir çok yazısı yayımlanmıştır.
————————-
Son yedi yüz yılın en büyük İslam düşünürü olarak kabul edilen Pakistanlı İslam alimi, şair, filozof ve politikacı Muhammed İkbal’in (9 Kasım 1877 – 21 Nisan 1938) oğlu Cavit İkbal anlatıyor: “Babama göre, Peygamber ve ilk dört halife döneminde İslam devleti bir cumhuriyetti. Babam, Mustafa Kemal’in yaptığı devrimi, içtihat gücünün halifeden alınıp Millet Meclisi’ne devredilmesi olarak görüyordu. Bu sistemde Meclis artık halife hükmündedir. Ulema sözlerinin üstündeki içtihat gücünün, hilafet makamından alınarak Meclis’e verilmesi, İkbal’e göre çok yeni bir olgudur. Babamın Mustafa Kemal’i çok sevmesinin sebebi de budur. Fakat büyük insanların birbirlerinin fikirlerinden etkilenmeleri ne kadar doğalsa, bazı konularda ayrı düşünmeleri de o kadar normaldir. Babam, Mustafa Kemal’in geleneklerle bağlarını gereksiz yere kopardığı kanaatinde idi.
Güney Afrika Müslümanları 1933’te babama gelip, uzun ömürlü olması için dua ettiklerinde, babam onlara şöyle demişti: ‘Ben yapacaklarımı yaptım. Artık benim için değil, Mustafa Kemal ve Muhammed Ali Cinnah için dua edin”
“Babam’ın zihnindeki devlette demokrasi olmalıydı. İnsan hakları garanti altına alınmalıydı. Babam, bunların İslam’da esasen var olduğu kanaatinde idi. Bu konudan söz edildiğinde ‘Reform yapmıyorum, İslamiyet’i özüne çeviriyorum’ derdi. Babam’a göre, laiklik de İslam’ın özünde vardı. Bana kalırsa, İslam’da hukukun üstünlüğünün kanıtı Kur’an’dır ve Peygamber bile hukukun üstünlüğüne tâbidir. Babam, bütün örfî hukukun içtihatla değişime tâbi olması gerektiğini düşünüyordu. Özellikle kadının durumuna vurgu yapıyordu. Babam, bütün bu düşünceleri hayata geçirme güç ve dehasına sahip bir tek Müslüman önder tanıyordu: Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Bunu gördüğü, buna inandığı için Atatürk’ü hep tebcil ve tâzimle anmış, ona hep dualar etmiş, onu hep Müslümanların umudu ve ufku olarak göstermiştir.”
——————–
Küçükken çocuklar “birdirbir oynar mısın” diye sorarlar. Mustafa Kemal’in yanıtı: “Oynarım ama ben eğilmem dimdik dururum. İsteyen üstümden atlar geçer gider.“
——————
Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı’nın vasiyetinde mezar taşına yazılmasını istediği metin: “Bütün ömrüm boyunca Türkiye´nin lideri Mustafa Kemal Atatürk´ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm“,
———————-
“Bir milleti anlamak için, onun liderlerini incelemekten daha iyi bir yol yoktur. Türkler, Mustafa Kemal gibi, çağımızda henüz hiç kimsenin aşamadığı büyüklük ve yetenekte çok nadir bir insan yetiştirmiştir.” 1920’li yıllarda ülkemizde Amerika Birleşik Devletleri temsilcisi olarak bulunmuş olan General Charles H. Sherrill.
———————-
Şili’nin başkenti Santiago Belediye Başkanı’na göre Atatürk kentte örnek alınmış ve herkesin örnek alması için de bir parka “Atatürk rölyefini” ve altına uzun bir açıklama konmuş. Apoguinda caddesindeki Novigod Park’ta, arkasında küçük bir şelale olan rölyefde Atatürk portresi ve İspanyolca yazı var: “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkesinin fedakâr ve sadık hizmetkarı, benzeri olmayan, insanlık idealinin canlı örneği.. Bütün hayatını Türk Milletine adamış, milletine kendi ruhunu, ateşini vermiştir. Hatırası ve fikirleri, milletinin ruhunu ateşli tutan, sönmez bir meşale olarak yaşamaktadır.”
——————
“Çoğu ailelerin öteden beri çok kötü bir alışkanlıkları var; çocuklarını söyletmez ve dinlemezler. Zavallılar lâfa karışınca, sen büyüklerin konusuna karışma der, sustururlar. Artık çocuklarımızı düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da, başkalarının samimî düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız.” Atatürk’ten Hatıralar, Hasan Rıza Soyak, Yapı Kredi Yayınları
Manevi kızı Ülkü’yle elinden geldiğince sık vakit geçiren Mustafa Kemal Atatürk çocuklar için düşünceleri: “En çok hoşuma giden halleri riyakârlık bilmemeleri, bütün istek ve duygularını içlerinden geldiği gibi açıklamaları”
————————-
Yıl 2005, Amerika´nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Johns`un önerisi: “Türkiye ekonomiyle savaşta bir tek Atatürk´ü örnek alsın yeter“
——————-
Fransa Başbakanı Briand’ın 1921 yılında Ankara Hükümeti ile Ankara Antlaşması’nın imzalanması nedeniyle kendini eleştirenlere “Bizi arkadan vurdu, dağ başındaki haydutlarla, Mustafa Kemallerle anlaştı” diyenlere Mecliste verdiği cevap: “Dağ başındaki haydutlar diye isimlendirdiğiniz kahraman Mustafa Kemal ve O’ nun tüm askerleri burada olsalardı teker teker hepsinin heykellerini dikerdik. Böylesine kahraman bir antlaşma imzalamaktan gurur duyuyorum.”
——————-
Tam bir Atatürk hayranı olan Castro’nun ülkesi Küba’da Atatürk’ten başka hiçbir ülkenin liderinin büstü yoktur. Castro sadece Atatürk büstüne izin vermiştir. Daha ötesi Atatürk’ün hayatını anlatan bir de kitap bastırıp ücretsiz olarak dağıttırmıştır. Castro, Havana’da Puerto Caddesi’ndeki parka Atatürk’ün büstünü koydurmuştur, büstün altında, Türkçe ve İspanyolca olarak “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu-yurtta barış, dünyada barış” yazıyor.
——————
“Devrimci Kemal Atatürk, bizim esin kaynağımız oldu. 1919’da Anadolu’dan emperyalistleri atmak için, Bandırma gemisiyle Samsun’a çıktı. Büyük bir zafer kazandı. Biz de tam 40 yıl sonra, ülkemizden faşistleri kovmak için Granma gemisiyle Havana’ya çıktık. Biz de zaferle kucaklaştık. Ben de devrim gerçekleştirdim. Ama Atatürk’ün yaptıklarını yapamazdım. Türkler sağdan sola doğru yazarken Harf Devrimi ile tam tersi yönde yazmaya başladı. Kıyafet Devrimi ve Medeni Kanun’la kadınlara getirilen statü çok önemliydi. Ona ve devrimlerine hayranım. Kendinize başka bir önder aramayın.” Fidel Castro İstanbul 1996.
———————–
1935’teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şanghai Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao’nun ilk sözler: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm“.
————————
Ata, Amasya ziyareti sırasında yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; “Kimdir bu?” Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh’tır. Yörede çok hatırlısı vardır. Atatürk Şıh’ı yanına çağırır; “Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan” der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; “Emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya’daki Şıh’ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh’ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya’dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara’ya yola çıkmış… Şıh gelir Ata’nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünmüştür. Atatürk’ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata’ya sorarlar; “Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? ” Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; “Dün akşam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh’ı Afyon’a vali atadığımı bildirdim” der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh’a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır; “İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla…”
*Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz öncesi ettiği dua: “Yarabbi! Sen Türk Ordusunu muzaffer et… Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme Rabbim, Yunanlıların kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa, şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi!“
————–
Muhlis Sabahattin İstanbul’da Opera ve Operetler oynayan bir kumpanya kurmuş, 1930’lar.. Carmen’i oynuyorlar.. Turneye çıkmışlar.. Trenle.. İzmit.. Ful çekmişler.. Oradan Adapazarı.. Havalar bozunca temsil iyi gitmemiş.. Eskişehir tam felaket.. Kar diz boyu, temsil bile yapamamışlar.. Yapamayınca da otelde rehin kalmışlar iyi mi?. Beş lira lazım.. Beş lira da önemli para ha.. Babam anlatırdı.. Bebek Belediye’de 125 kuruşa faça masa donatılıp Müzeyyen dinlendiği günler..
Kumpanya karalar bağlamış otelde mucize beklerken, haber duyuluyor..
Atatürk Ankara’dan trene binmiş Eskişehir’e geliyor.. Şapka devrimi, o yıl çıkan ve kadınlarda peçeyi kaldıran kanunla tamamlanmış.. Ata, tanıtmak ve anlatmak için dolaşıyor..
Muhlis Bey lobide haykırıyor..
“Atatürk arkadaşım.. Parayı bulduk..”
Kostüm sandıklarını açıyor.. İçinden bir frak çıkarıyor. Giyiyor.. Doğru Eskişehir garına.. Orada görevliler penguen kılıklı adama bakıyorlar.. Biri “Amerikan Sefiri olmalı” diyor.. Yol açıyorlar.. Muhlis Bey en öne geliyor.. Tren gara giriyor.. Vagonun camı iniyor.. Atatürk’ün şapkalı eli gardakileri selamlıyor..
Sonra, iniyor aşağı, karşılayıcılara teşekkür etmek için..
Bir bakıyor, karşısında yakın dostu Muhlis Sabahattin..
Kollarını açıyor.. “Muhlis!..”
“Kemal!..”
Sarmaş dolaş oluyorlar..
Muhlis Bey iki cümleyle özetliyor..
“Otelde rehin kaldık, Kemal. Beş lira lazım!..”
Atatürk ceplerini karıştırıyor, cüzdanı açıyor..
Üç tek lira çıkıyor üzerinden..
“Üç liram var, Muhlis!..”
“Beş lira lazım, Kemal..”
Atatürk yanındaki dört yıldızlı generale dönüyor..
“İki liran var mı?..
Paşa ceplerini karıştırıyor ve 1 lira uzatıyor..
“Bu kadar var paşam..”
Atatürk “Dört lirayla idare et Muhlis” diyor..
“Beş lira, Kemal” diyor, Muhlis Bey..
Atatürk özel kalem müdürüne dönüyor bu defa.. Hasan Rıza Soyak olmalı..
“Bir lira bul” diyor.. Özel Kalem Müdürü ceplerini karıştırıp, beş kuruşlar, on kuruşlarla bir lirayı denkleştiriyor..
Atatürk sonunda “Beş Lira”yı Muhlis Sabahattin’e uzatıyor..
Ali Poyrazoğlu “Ben bu hikayeyi birinci elden dinledim” dedi.. “O kumpanyanın Carmen temsilinde Don Jose’yi canlandıran tenor Celal Sururi’den..”
Devrin güzelliğine bakar mısınız?.. Hani sövdükleri devrin..
İnanmadınız değil mi?.
İnanılacak gibi değil çünkü..
Ama Atatürk’ün hangi yaptığı inanılacak gibiydi ki?.
Onun için “Ata” Türk’tü o!..
Teşekkürler Atam.. Sana minnet!.. Sana şükran!..
Hıncal Uluç
———————————–
“İngiliz, Fransız ve İtalyanları Anadolu’dan uzaklaştırıp bizi de yenince karşımızda sıradan bir adam bulunmadığını ve O’nun gerçek yaratıcı erkini kavramaktan uzak kalmış olduğumuzu kabul ettik.” Yorgi PESMAZOĞLU Yunan Ekonomi Bakanı
——————————————-
“Milletimi şimdiye kadar söylediğim sözlerle ve hareketlerimle aldatmamış olmakla gurur duyuyorum.“ M. Kemal ATATÜRK
——————————————-
“Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yakında ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür; tarih bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.” Atatürk 29 Ekim 1933.
———————————-
Atatürk 1933 yılında Mısır Büyükelçisi’ne, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek şunları söyler: “Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları, şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelmiş olarak gerçekleşecektir. Bu milletler, bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen, bunları yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini, milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı alacaktır.” Dünya gazetesi, 20. 12. 1954
———————————————————-
Bir gencin Atatürk’e “Gençliğin ideali ne olacak?” sorusu üzerine Atatürk : “Türklükten büyük ideal mi olur mu? Bugün sınırlarımız dışında bunca Türk yaşıyor. Bunların arasında bir kültür birliği kurmalıyız.
Aynı tarihten geliyoruz, geçmişimizi yeterince bilmiyoruz. Aynı dili konuşuyoruz, birbirimizi anlamıyoruz.
İstanbul’da konuşulan Türkçe, burada yayınlanan dergi; Kırgız’da, Kıpçak’ta, Özbekistan’da, Azerbaycan’da bizim anladığımız gibi anlaşılmadır. Her tarafta İstanbul lehçesi konuşulmalıdır. Hunlar, bütün Türk âleminde bizim anladığımız gibi anlaşılsın. Niçin ben Türkiye Reisicumhuru olarak Türk dili ve Tarihiyle bu kadar yakın ilgileniyorum?
İstiyorum ki, menşeimizle (kökenimizle) ilgili bilgiler birbirine eş ve sağlıklı olsun.
Temiz Türkçemiz, her tarafta aynı biçimde konuşulsun.”
İhsan Sabri Çağlayangil,”Sınırlarımız Dışında Yaşayan Türkler”, s.7
——————————
“Biliriz ki Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar istifade etsin, varlık içinde yaşasınlar diye yaratmıştır. Ve âzami derecede faydalanabilmek için de, bugün kâinattan esirgediği zekâyı, aklı insanlara vermiştir..“ ATATÜRK
___________________
“…Atatürk adı bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır. Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye’ nin doğması, yeni Türkiye’ nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan etmesi ve o zamandan beri koruması, Atatürk’ ün Türk halkının işidir… Şüphesiz ki, Türkiye’ de giriştiği derin ve geniş inkilaplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur… “John F. KENNEDY A.B.D Başkanı
(Orijinal metin: …The name of Ataturk brings to mind the historic accomplishments of one of the great man of this century, his inspired leadership of the Turkish People, his perceptive understanding of the modern world and his boldness as a military leader. It is to the credit of Ataturk and the Turkish People that a free Turkey grew out of a collapsing empire and that the new Turkey has proudly proclaimed and maintained its independence ever since. Certainly there is no more successful example of national self reliance then the birth of the Turkish republic and the profound changes initiated since then by Turkey and Ataturk…)
—————————————————————————————-
Atatürk döneminde TORPİL!
Yıl 1934, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Ulus’tadır. Bakan ise Niğdeli Abidin ÖZMEN’ DİR. Bakan, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır.
Bakanın gür sesi: “Giriniz!”
Atatürk’ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girerler. Konuklara yer gösterir ve zarfı açar. Atatürk’ten gelen bir mektuptur. Abidin ÖZMEN zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur.
“Bay Abidin ÖZMEN Milli Eğitim Bakanı
Yaver Bey’le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz bir liseye parasız yatılı olarak kaydını yaptırın.”
Bu, Atatürk’ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir. Bakan ÖZMEN, Orta Öğretim Genel Müdürünü çağırtır ve şu direktifi verir:
“Yaver Bey’in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine Atatürk’ün ismini yazdırarak bana getiriniz.” der.
Bakanın emri yerine getirilmiştir. Abidin ÖZMEN de kısa bir mektup yazarak Yaver Bey’le Atatürk’e yollar.
Mektubun içeriği şöyle: “Muhterem Atatürk, Yaver Bey’le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için bu iki çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğunda emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum.” Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı İsmet İnönü’ye telefon ederek: “Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı.” diyerek olayı anlatmış. İnönü, Bakan adına özür dilemiş.
Atatürk: “Yok! Demiş özür dileme. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve doğruyu gösterebilse”
Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup gitmesine gönlü razı olmayan bakanın yeğeni yüksek mimar H. Rahmi ÖZMEN, 15.08.1985 günü bu mektubu gazeteci yazar Vahap Okay’a iletir. O da 15.09.1985’te gazetesinde yayımlar.
—————————————————–
Yıl 1935 yaz mevsimi…O günlerde Londra Büyükelçisi Ali Fethi Okyar izinli olarak Ankara’da ve Çankaya’ da misafir. Bilinir ki kendisi, Mustafa Kemal’ in çocukluk arkadaşıdır ve Fethi Bey, Sofya sefiri iken Mustafa Kemal yanında ataşemiliterdir. Dışişleri Bakanı Dr.Tevfik Rüştü Aras gelir ve Atina’ dan yeni döndüğünü, Balkan Paktı’na temel felsefe içinde Türk-Yunan ilişkileriyle ilgili askıda ne varsa hepsini kökünden hallettiğini müjdeler. Mustafa Kemal sakin ve şeklen memnun dinler, hatta kutlar. O gittikten sonra Fethi Okyar’ a döner, gülümser: “Bizim Hariciye Vekili Yunan’ın sadece Atina’dan idare edildiği zannı içindedir” der. Gece sofrada başta Başbakan ve nadir olarak bulunan Genelkurmay Başkanı, sivil-asker devlet büyükleri vardır. Konu açılır, herkes memnundur. Atatürk, düşünceler tamamlandıktan sonra şu TARİH DERSİ’ ni verir: “İki ülke ve millet vardır ki, sadece devlet merkezlerinden değil, dünyanın her yerinden, denizlerden bankalara kadar çok yerden idare edilirler. Bunlar Yunanlılar ve Yahudilerdir. Bunlar ve benzerleriyle resmi anlaşmalar hadiselerin sadece bir bölümünü teşkil eder. Hayal kırıklığına uğramamak için bazı milletlerin tarih terkibini de, faaliyet sahasının yaygınlığını da terazinin kefesine koymak şarttır.”
——————————————————————
Çanakkale’de ölen askerleri için 1934 yılında Yeni Zelandalı ve Avustralyalı annelere Atatürk’ün gönderdiği mesaj:
“Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Bu ulvi mesaj aynı zamanda Wellington’da, Yeni Zelanda Hükümeti tarafından inşa ettirilen Atatürk Anıtı’nda yazılı olup her yıl 25 Nisan tarihinde ülkede düzenlenen ANZAC günü anma törenleri sırasında ülkede mukim Türk Büyükelçisi tarafından okunmaktadır.
________________________________________________
Çanakkale’de savaşırken bir kolunu kaybeden Fransız Generali Gouraud’ya, yıllar sonra Ankara’da karşılaştıkları zaman, Generalin boş kolunu işaret ederek: “Türk topraklarında yatan şerefli kolunuz, memleketlerimiz arasında son derece kıymetli bir bağdır!” demiştir.
________________________________
“Atatürk’ün Nutku, bir devlet kurucusunun milletine hesap verme örneğidir ve tarihte eşine az rastlanır.” Prof. Afet İnan
———————————————–
Fransız devlet adamı Franklin Bouillon 9 Haziran 1921’de Ankara’ya gelmiştir. Fransızlar, Milli Mücadele’nin gücünü, anlamını öğrenmeye çalışmaktadır. O günlerde Yunan ordusu Afyon’u ele geçirmiştir. Dönemin Ankara’sı yokluklar bir yana, bir yabancı bakanı ağırlayabilecek olanaklardan tamamen yoksundur. Yusuf Kemal Bey, güç bela alafranga bir tuvalet yaptırır. Otomobil olmadığından, çift atlı bir fayton hazırlatılır konuk bakan için. Ancak tüm aramalara karşın, Fransız misafiri ağırlayacak yemek takımı bulunamamıştır Ankara’da. Yusuf Kemal Bey, son çare olarak Mustafa Kemal Paşa’dan şöyle bir istekte bulunur: Kuvayı Milliye için çalışan İstanbul’daki gizli teşkilat Mim Mim Grubu acaba İstanbul’dan 6 kişilik yemek takımı kaçırıp Ankara’ya yollayabilir mi? Çünkü Ankara’da 6 kişilik tabak ve buna uygun servis takımı yoktur. (MM – Milli Müdafaa olarak da geçer. Ayrıntılı bilgi için bkz: Selahattin Salışık, Kurtuluş Savaşı’nın Gizli Örgütü, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999)
Mustafa Kemal bu isteği şöyle yanıtlar:
“Yusuf Kemal Bey… Bu Fransız, Ankara istasyonuna geldiğinde tören kıtasının perişan halini gördü. Askerin postalı bile yoktu. Başlarındaki kalpak, omuzlarındaki tüfek çeşit çeşitti. O, bu yetersizlikler içinde senin dayanma gücünü görmeye, ölçmeye geldi. Sen ona, üzerinde tuğray-ı garray-ı Osmani işlemeli altın yaldızlı sofra takımıyla ikramda bulunursan, o “Bab-ı Ali kafası bunlarda da devam ediyor, hayret! Aynı yolda vatan kurtarma, yeni bir devir açma iddiaları var, ancak sabun köpüğü” der. Ve istilayı tamamlama yolunda Paris’e göz kırpar. Sen adamı al, Meclis’e götür, orada tek yumruk halindeki haysiyet şahlanışını görsün. Mektep karavanasından tek kap yemeği tahta tabak, tahta kaşıkla yesin. Ve bu görünürdeki yokluk içinde milletin sağlam istinadını anlamaya çalışsın. Zaten şimdi o, başlayan savaşın neticesini bekleyecek. Önce kendin inan, sonra da misafirini inandır…”
Hariciye Vekili Yusuf Kemal Tengirşenk’in anılarından.
————————————————————
Mustafa Kemal muzaffer Başkomutan olarak İzmir’e girdiği gün, önüne serilen Yunan bayrağını, “Bayrak bir milletin bağımsızlık alâmetidir; düşmanın da olsa saygı göstermek gerekir!” diyerek yerden kaldırtmıştır.
__________________________________
Atatürk, 15 Temmuz 1936’da Yalova’dan Bursa’ya geçerken İznik’e uğramıştı.’ Yanında Celal Bayar, Afet hanım ve daha bazı arkadaşları vardı. Afet hanım İznik’i gezmek için Atatürk’ten izin alır. Atatürk:
– “Hay, hay… Gidebilirsiniz fakat asıl İznik’i göremeyeceksiniz. Çünkü o toprağın altındadır” der.
Atatürk etrafındakilere sorar: – “İznik kaç kapılıdır?” Bir İznikli yanıt verir: – “Üç kapısı vardır efendim. Bulunduğumuz yerin doğusundaki kapı, kuzeyindeki Yenişehir kapısı, güneyindeki istanbul kapısı…” Atatürk’ün “Peki Batı kapısı nerede?” diye sorması üzerine İznikli öyle bir kapının olmadığını ve böyle bir kapıyı bilmediklerini söyler. Atatürk bir müddet susar.. Ve o konuyla ilgili başka bir söz etmez.. Konu kapanır… Aradan seneler geçer… Biriken suları İznik Gölü’ne akıtmak için kanal açmaya uğraşan işçiler, suların kendiliğinden boşluk bularak akmaya başladığını görürler… Kazıya devam edilir… Sonunda toprağın alatından tam teşkilatlı kurşun bir kapıyı ortaya çıkartırlar… İşte bu kapı Atatürk’ün aradığı ve bahsettiği kapıdır!…
________________________________________________
İşgaldeki hali sakın unutma,
Atatürk’e dil uzatma sebepsiz.
Sen anandan yine çıkardın amma,
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz..
Neyzen Tevfik
_____________________________
Atatürk beraberindekilerle birlikte trenle bir yurt seyahati sırasında, Celal Bayar, Atatürk’ün etrafındaki gruptan daha ileride bir kişiyle görüşmektedir.
Ata’nın gözleri bir an Celal Bayar’ın üzerinde durur. Atatürk’ün uzaklara bakışı O’nun bir düşünce âlemine daldığını göstermektedir.
Kısa bir süre sonra birden yanındakilere döner ve der ki:
“Şayet bu memlekette bir gün kansız bir ihtilal olacaksa ve bu ihtilale biri de liderlik edecekse o adam Celal Bayar olacaktır.”
1930’lu yıllarda ki bu görüş, 1950 seçimlerinde Celal Bayar’ın liderliğinde Demokrat Partinin iktidar oluşu ile doğruluğunu göstermiştir.
_____________________
İngiltere Kralı 8. Edvard ve sevgilisi Bayan Simpson Atatürk’ün misafiri olarak İstanbul’dalar.
Atatürk misafirleriyle birlikte bulundukları geminin güvertesinden Moda’da yapılan deniz yarışlarını seyrediyorlardı.
Bir ara Bayan Simpson elindeki dürbünü ile yerinden kalkar, güvertenin diğer ucuna doğru yürürken, Kral da Atatürk’ü başı ile selamlar, sevgilisinin arkasından O’nu takip ederken Atatürk yanındakilere eğilerek:
“Kralın, madama karşı zaafı olduğunu görüyorum. Korkarım ki tahtını bu kadın yüzünden kaybedecek.” demiştir.
Bir süre sonra 8. Edvard, Bayan Simpson yüzünden tahtan feragat etmiştir.
________________
Ankara’da yabancı diplomatların da bulunduğu bir toplantıda Majino hattından söz açılmış; yabancılar bu savunma hattını çok övmüşlerdi.
Atatürk söylenenleri dinledikten sonra der ki:
“Nasreddin Hocanın türbesini biliyor musunuz? Cephesi duvarla örülüp kapısına kocaman bir kilit asılmıştır. Fakat üç tarafı tamamıyla açıktır.”
Fransızlar, Almanların Fransa’yı istila etmelerini önlemek için sınıra, o zamanlarda aşılması mümkün görülmeyen, Majino Hattı olarak adlandırılan bir savunma hattı yapmıştı.
İkinci Cihan Savaşı’nın başlaması ile birlikte 1939 yılında Alman ordusu, Majino hattını 12 saatte geçerek Paris’e girmişti.
Atatürk’ün bu konudaki görüşü doğrulanmıştı.
_________________________
Atatürk Mac Arthur ile olan bir görüşmesinde şöyle diyordu: – “Versay Antlaşması I. Dünya Savaşı’na sebebiyet vermiş olan nedenlerden hiç birini halledemediği gibi, bilakis dünün başlıca rakiplerinin arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir. Zira galip devletler mağluplara sulh şartlarını zorla kabul ettirirlerken, bu memleketlerin Etnik, Jeopolitik ve İktisadi özelliklerini asla nazarı itibara (dikkate) almamışlar ve sadece intikam hisleri ile hareket etmişlerdir. Böylelikle bu gün içinde yaşadığımız sulh devresi sadece mütarekeden ibaret kalmıştır. Eğer siz Amerikalılar Avrupa işleri ile ilgilenmekten vazgeçmeyerek Wilson’un programını tatbik etmekte ısrar etseydiniz, bu mütareke devresi uzar ve bir gün devamlı bir sulha müncer olabilirdi, (barışa ulaşılabilirdi) Bence dün olduğu gibi, yarın da Avrupa’nın geleceği Almanya’nın alacağı vaziyete bağlı bulunacaktır. Fevkalade bir dinamizme sahip olan bu 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli millet üstelik milli ihtiraslarını kamçılayabilecek siyasi akıma kendisini kaptırdı mı, er geç Versay antlaşmasının tasviyesine gidilecektir.“
Atatürk Almanya’nın İngiltere ve Rusya hariç olmak üzere bütün Avrupa Kıtasını işgal edebilecek bir orduyu kısa bir zamanda oluşturabileceğini, savaşın 1940-1946 yılları arasında başlayacağını ve sona ereceğini, Fransa’nın ise kuvvetli bir ordu yaratmak için lazım gelen nitelikleri artık kaybettiğini ve İngiltere’nin Adalarını savunmak için bundan sonra Fransa’ya güvenemeyeceğini önceden bildirmiştir.
O yıllarda Dünya’nın büyük devletleri olarak kabul edilen Amerika, İngiltere ve Fransa’daki yöneticiler I. Dünya Savaşı gibi bir savaşın asla olmayacağını iddia ediyorlardı. Atatürk ise bütün bunların aksine yeni bir dünya savaşının çıkacağını ve bu savaşı da Hitler’in başlatacağını söylüyordu.
– “Savaşı o başlatacak, insanlığın başına bela olacak” diyordu.
1938 yılında hastalığının ilerlediği günlerde bile savaşın yakınlaştığını hissediyordu. Gerçi birçok tedbirler almıştı ama onun tek isteği Türkiye Cumhuriyeti’nin bu savaşın dışında kalmasıydı. Tıpkı İttihat ve Terakki Yöneticileri’ni I. Dünya Savaşı’na girmemeleri konusunda uyarması gibi… Onun bu isteğini vefatından sonra İsmet İnönü gerçekleştirmiştir.
Açıkça şöyle diyordu: – “Bu harp neticesinde dünyanın vaziyeti ve dengesi baştanbaşa değişecektir. İşte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde, başımıza I. Dünya Savaşı’ndan sonra mütareke zamanında ne geldiyse, ondan daha ağırlarının geleceğini görüyorum.” Savaşın çıkış tarihini net bir şekilde söylemiş olduğuna şahit olanların sayısı bir hayli fazladır.
Celal Bayar “Atatürk’ten Hatıralar” kitabında: “Azami üç seneye kadar dünyada bir savaş patlayacağına ve bunun tesirlerinin Türkiye’de yakından duyulacağına ilişkin olarak; Atatürk’e hükümet kanalından hiç bir bilgi verilmemiştir” derken, benim teorimi yani Atatürk’ün geleceği önceden görebildiğini teyid etmektedir. Atatürk adeta tüm dünyanın geleceğini okuyordu. Örneğin İtalya için de şu görüşlere yer vermiştir:
– “İtalya Mussolini idaresi altında şüphesiz büyük bir kalkınmaya ve inkişafa (gelişmeye) mazhar olmuştur. Eğer Mussolini müstakbel (gelecekteki) bir harpte İtalya’nın zahiri (görünen) heybet ve azametinden harp haricinde kalmak suretiyle yeterince yararlanabilirse, sulh masasında da başlıca rollerden birini oynayabilir. Fakat korkarım ki, İtalya’nın bu günkü şefi, Sezar rolünü oynamak hevesinden kendisini kurtaramayacaktır...”
________
13 Nisan 1934. Edremit’de Ordu Evinde verilen yemekte İtalya olayları, Mussolini’nin Kara Gömleklileri konuşulurken Mussolini için Atatürk şunları söylemiştir:
“Mussolini bir maceraperesttir. Milletini bir uçuruma sürüklemektedir. Şunu hatırlatırım ki bir gün gelecek, Mussolini’yi kendi milleti linç edecektir. Bu sözlerimi kehanetime mal etmeyiniz. Bunlar benim kendi görüşlerimdir.”
Yıl 1945. İkinci Dünya Savaşı son bulmuş; İtalya mağlup ülkeler arasındadır. Mussolini metresiyle birlikte İtalya’dan İsviçre’ye kaçarken sınırda İtalyan gençleri tarafından yakalanır. Metresiyle birlikte öldürülür. Her ikisi de ayaklarından asılarak, sallandırılır.
____________
Mussolini bizden İzmir’i istiyordu. Rodos’a 40 bin asker yığmıştı. İtalyan sefiri Povli Çankaya’ya geldi.
Atatürk sefire: “Söyle o koca herife; o 40 bin askerle İzmir’i alamaz ama ben 4 bin Mehmetçik`le Roma’ya girerim !” diye cevap verdi. Kaynak :1 Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, Ankara 1959, s. 74–75.
B. Pakman’ın notu: Bu palavra falan değildir. Büyük insan İtalyanların savaşçı millet olmadığını biliyordu. Nitekim Libya’da zavallı bedeviler tükeninceye kadar yenilgi üstüne yenilgi aldılar. 2. Dünya savaşında Yunanistan’da rezil oldular. Almanlar o kadar cephede savaşırken mecburen gelip hem İtalyanları kurtarmak hem de Yunanistanı kendileri işgal etmek zorunda kaldılar.
—————-
Atatürk aynı zamanda Amerika’nın geçen savaşta olduğu gibi bu gelecekteki muhtemel savaşta da (II. Dünya Savaşında) tarafsız kalamayacağını ve Almanya’nın ancak Amerikan müdahalesiyle mağlup edilebileceğini de sözlerine ilave edip şöyle devam etmiştir:
– “Avrupalı devlet adamları başlıca anlaşmazlık konusu olan önemli siyasi meseleleri her türlü milli bencilliklerden uzak ve yalnız toplum yararına uygun olarak son bir gayret ve tam bir iyi niyetle ele almazlarsa, korkarım ki, felaketin önü alınamayacaktır. Zira Avrupa meselesi İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlıklar problemi olmaktan artık çıkmıştır. Bu gün Avrupa’nın doğusunda bütün medeniyeti ve hatta bütün insanlığı tehdit eden yeni bir kuvvet belirmiştir. Bütün maddi ve manevi imkanlarını topyekûn bir şekilde ihtilali gayesi uğruna seferber eden bu korkunç kuvvet, üstelik Avrupalılar ve Amerikalılar’ca henüz malum olmayan yepyeni siyasi metodlar tatbik etmekte ve rakiplerinin en küçük hatalarında bile mükemmelen istifade etmesini bilmektedir. Rusya’nın yakın komşusu ve bu memleketle çok savaşmış bir millet olarak biz Türkler, orada cereyan eden olayları yakından takip ediyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan Doğu milletlerinin düşüncelerini mükemmelen istismar ederi, onların milli ihtiraslarını okşayan ve kinlerini tahrik etmesini bilen Bolşevikler yalnız Avrupayı değil, Asyayı da tehdit eden başlıca kuvvet halini almıştır.“
……………..
Saltanat çürümektedir. Bir gün hep birden çökmesi ihtimali vardır… Almanların, I. Dünya Savaşı’nı kazanması imkansızdır. Mustafa Kemal. (Halep’ten İstanbul’a 20 Eylül 1917’de gönderdiği rapordan)
Ankara… Cumhuriyetin 10. yılı… Kutlamaların tümüne katıldığı için yorgun düşen Atatürk, geç saatlerde Ankara Palas Oteli’nde, Başbakan Şükrü Kaya ve yazar Ruşen Eşref Ünaydın’la sohbet ediyor. Ruşen Eşref bir ara “Paşam etraf çok kalabalık. Korumaları biraz artırsak mı?” diye soruyor. Atatürk “Hayır, olmaz!” diyor. “Bu, icraatından emin olmayanların yapacağı iştir!”
………
O kadar çok ki.. Hollanda Amsterdam’da ve Yeni Zelanda’nın başkenti Vellington’daki Atatürk anıtları, Romanya Bükreş’te, Kırgızistan ve Kazakistan’da, Venezuella La Plaza Santa Sofia’da, İsrail’de, Bakü’de, Gence’de Atatürk heykelleri var. Bakü’de ayrıca Atatürk Parkı var. Japonya Kuşiminto’da Atatürk’ün ata binmiş büyük bir heykeli, şehir meydanına konmuş. Roma, Yeni Dehli, Bakü ve birçok ülkenin başkentlerinde, Gence’de Atatürk bulvarları/caddeleri var.
…….
Fransa Büyükelçisi, Atatürk’ün masasına gelerek bir davette bulunuyor: “Sayın Cumhurbaşkanı, sizi İstanbul veya İzmir Limanı’ndan Türk Bayrağı çekilmiş bir harp gemisiyle alarak, donanmamızla ülkemize götürmek istiyoruz. Orada Fransız Orduları Başkomutanı olarak karşılanacaksınız!” Atatürk’ün cevabı hazırdır: “Teşekkür ederim mösyö. Böyle bir gezi düşünmüyorum!..” Fransız Büyükelçi ayrıldıktan sonra Atatürk, masadakilerin şaşkın bakışları arasında tarihi konuşmasını yapıyor: “Beyler… Bunlar bize hâlâ Doğulu gözüyle bakıyorlar. Adam bana bir aşiret şeyhini imrendirecek tantana teklif ediyor! Bu efendi hangi Batılı devlet adamına bu teklifi yapabilir? Gülerler adama! Bizi hâlâ böylesine basit şeylerle elde edebileceklerini sanıyorlar. Öğrenemediler bir türlü!.. Ama öğrenecekler, öğrenecekler! Haydi Beyler Cumhuriyetimize…”
* * * * *
Mustafa Kemal, Harp Okulu’nda sınıf arkadaşı Ali Fuat’la (Cebesoy) sohbet ediyor: “Ali Fuat, senin Fransızcan çok iyi…” “Senin de matematiğin Mustafa…” “O zaman şöyle yapalım: Sen bana Fransızca çalıştır, ben de sana matematik…” “Ama senin Fransızcan da iyi…” “Daha iyi olmalı…” “Tamam Mustafa, öyle olsun…” “Biraz Makedonca biliyorum ama Fransızca, Arapça, Almanca ve İngilizce de öğrenmek istiyorum.” “Başka ne kaldı ki?..” “Arapça bilmemiz şart! Topraklarımızın pek çoğu oralar. Fransızca diplomasi dili…” “Almanca?..” “Almanlar kadim müttefikimiz değil mi?.. Öğrenmek şart Ali Fuat… Ben iyi bir komutan olacağım… İyi bir komutan…” Olur da… Hem de adını tarihe yazdıran eşşiz bir Başkomutan…
——————
Çanakkale Savaşı sonralarında Atatürk’ü Ziyarete gelen Amerikalı General belirli bir süre konuştuktan sonra Türk askerini görmek istediğini Atatürk’e belirtir ve Atatürk’te en yakın askeri kışlaya generali götürür. Askerler generali törenle karşılarlar (Bu günkü gibi değil tabi savaş koşullarında). General bakar ki askerler bitkin çoğunun üniformaları yırtık paramparça, ayaklarında çoğuna yakınının botları yok olanların ki ise ayak parmakları ve ayaklarının büyük bölümü yırtıklardan dışarı çıkmış, çoğu açlıktan bitkin halde gözüküyor. Daha sonra Amerikalı general sıradaki askerin birine yaklaşır ve omzuna eliyle biraz güç uygular ve Asker yere düşer; General Atatürk’ e dönerek şunu söyler: “SİZ ÇANAKKALE ZAFERİNİ BU ASKERLERLE Mİ KAZANDINIZ ?” Atatürk – “EVET Biz Çanakkale’yi bu askerlerle kazandık” dedikten sonra yere düşen askerin kulağına birşeyler fısıldadıktan sonra General’e askeri tekrar sarsmasını ister.General az önce bitkin bir biçimde yere düşen Askeri bütün gücüyle sarsmaya çalışır ama ASKER kımıldamaz sanki beton bir heykel gibi durur ve çok güçlü bir direnç gösterir.Bunu gören General büyük bir şaşkınlık içinde Atatürk’e sorar: -“Az önce kulağınıza ne söylediniz ?” Atatürk şunlar söyler : – “İlk başta omuzuna dokunduğunuzda yere düştü çünkü sizi dost olarak biliyordu. İkincisinde ise kulağına sizin bize düşmanımız olduğunu söyledim”.
——-
“Olağanüstü bir devlet adamı. Olağanüstü bir lider. Türkiye’yi baştan yaratan eşsiz bir lider. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dağılan Osmanlı’dan Türkiye’yi yarattı ve modern dünyaya dahil etti. 20.yüzyılın en önemli tarihi kişiliklerinden bence.” Paul Auster. ABD’li roman yazarı, şair ve senarist
—————
Ne diyor: “Mustafa Kemal rakı içerdi kaldırıp atalım!” Fatih Sultan Mehmet’de “şarap” içerdi… Orda ses yok!.. Bugün ki hesaplarına dokunmuyor çünkü… Ona “Hazreti Fatih” diyor; Mustafa Kemal’in içtiği rakıların, kadehlerin sayılarını sayarak onu cehennemlik ilan ediyor… Böyle haysiyet paydası düşük bir anlayış olur mu?.. Prof. Yaşar Nuri Öztürk
—————
“Gazi, İsmet Paşa’yı Eskişehir istasyonunda sevgiyle kucaklar, bağrına basar. Olan biteni İsmet Paşa’nın ağzından dinlemek için sabırsızlanmaktadır. İsmet Paşa’yı Lozan’dan beri takip etmekte olan yerli ve yabancı basın ordusu da Eskişehir’e gelmiştir.
“Mustafa Kemal ve İsmet Paşa yanındakilerle birlikte Eskişehir istasyonundan ayrılırken bir fırsatını bulup yanlarına kadar gelen bir Fransız bayan gazeteci şöyle sorar:
“-Paşam Lozan Konferansı sırasında çok hararetli ve hırçın görüşmeler oldu. İsmet Paşa çok güzel Fransızca bilmesine rağmen çok ağır duyuyor. Ağır duymasından dolayı da söylenenleri dinleyemediği kulaktan kulağa dolaşıyor. Bu arada konferansın ikinci defa açılacağı duyumları var. Şayet konferans ikinci defa açılırsa, İsmet Paşa’nın yerine daha iyi duyan ve dinleyen bir kimseyi gönderseniz daha çabuk netice alamaz mısınız?
“Günlerdir bir çocuk sabırsızlığı ile İsmet Paşa’yı bekleyen Gazi, o alev alev yanan gözlerini bayan gazeteciye çevirerek şöyle der:
“HANIMEFENDİ, 600 SENE SİZ SÖYLEDİNİZ BİZ DİNLEDİK. OYSA BUNDAN SONRA BİZ SÖYLEYECEĞİZ SİZ DİNLEYECEKSİNİZ. İSMET PAŞA’NIN DUYACAKLARI DEĞİL SÖYLEYECEKLERİ MÜHİMDİR. KONFERANS AÇILDIĞI ZAMAN LOZAN’A BAŞDELEGE OLARAK TEKRAR İSMET PAŞA GİDECEKTİR.
“Konferans ikinci defa açıldığı zaman Türkiye’yi temsilen İsmet Paşa Başdelege olarak gene Lozan’daydı ama İngilizler ve Fransızlar kendi delegelerini değiştirmişlerdi.
“İngilizler Lord Curzon’un yerine İngiltere’nin Türkiye eski Büyükelçisi Sir Horas Rumbold’u, Fransızlar ise Bombard’ın yerine General Pelle’yi göndermişti.
“Müttefikler İsmet Paşa’nın dediklerini duymuş ve dinlemişler, 24 Temmuz 1924 günü de Türkiye’nin bağımsızlığının belgesi olan LOZAN ANTLAŞMASI’nı imzalamışlardı.” S. Eriş Ülger, Türk Rönesansı ve Anılarda Gazi Mustafa Kemal Atatürk, s. 69-71
……………………
değirmenAlman Kralı II. Frederick 1750 yılında Potsdam’dan geçiyor. Orayı çok beğeniyor ve ‘Bana şuraya bir saray yapın” diyor. Ertesi gün adamları gidip bakıyorlar, Kral’ın beğendiği yerde bir değirmen. Adamlar kapıyı çalıyor, yaşlı değirmenci açıyor.
– Buyrun?
– Bizi Kral gönderdi. Burayı görüp çok beğendi, satın alacak. Kaç para?
– Satmıyorum ki ne parası?
– Saçmalama Kral istedi.
– Bana ne. Ben satmadıktan sonra kimse alamaz ki.
Adamları gelip Kral’a diyorlar ki;
– Efendim beğendiğiniz yerdeki değirmenci deli. Satmıyorum dedi.
– Çağırın bakalım bana şu adamı.
Değirmenci gelip, Kral’ın karşısında duruyor. II. Frederick;
– Yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. Kaç para?
– Yoo yanlış anlamadım, adamların da dün bunu söyledi. Satmıyorum!
– Beyefendi inat etmeyin, paranızı fazlasıyla vereceğim.
– Sen koskoca kralsın, paran çok. Git Almanya’nın heryerine saray yap. Burayı benden önce babam işletiyordu. Ona da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım. Satmıyorum!
II. Frederick ayağa kalkıyor;
– Unutma ki ben Kralım!
Değirmenci bakıyor ve diyor ki;
– Asıl sen unutma ki Berlin’de hakimler var!
Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir. Hiçkimse adaletin üstüne çıkamaz. Orada oturamaz. Bugün bütün gelişmiş ülkeler hukuk fakültelerinde bu olayı anlatırlar. “Berlin’de hakimler var!”
– Potsdam’da Sansosi Sarayı. Saray ve değirmen yanyana. Kral ve değirmenci adaletle komşu oluyor.
Sabahları II. Frederick arka bahçeye çıktığında değirmenci sesleniyor;
– Hey Frederick, ekmek yaptım göndereyim mi?
II. Frederick diyor ki;
– Adalet her sabah bana, sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi.
Ve 31 Aralık 1917. Berlin’de bir otelde yılbaşı kutlamaları yapılacak, Osmanlı heyeti var orada. Aralarından biri bu öyküyü anlatıyor. Ve;
– Hadi Potsdam çok yakın. Gidip adaletin simgesi olan o değirmen ve sarayı yanyana görelim.
Kimse gelmiyor ve o öyküyü anlatan tek başına kalkıp gidiyor. Herkes yılbaşı kutlarken o gidip adaletin simgesini izliyor uzun uzun. O Mustafa Kemal Atatürk.
Sunay Akın’dan
…………………
”Mustafa Kemal’in mirlivaliğa (tümgeneral) terfi iradesi cebimdedir. ama siz onu bilmezsiniz. O hiç bir şeyle memnun olmaz. General olur, korgenerallik ister. Korgeneral olur, orgenerallik ister. Orgeneral olur, müşirlik (mareşallik) ister. Müşir yaparsınız, bununla da yetinmez, padişahlik ister !..”Enver Paşa
Enver Paşa’nın bu sözleri aktarıldığında:
“Ben Enver’in bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim…’‘ Mustafa Kemal (Vehbi Vakkasoğlu, Son Bozgun, Cilt I, s. 144)
———————————
“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”
“Geldikleri gibi giderler”
“Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar.”
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
“Türk Milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı varolmalarının yegane koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet hiçbir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.”
“Egemenlik verilmez, alınır”
“Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir”
“Ne mutlu Türk’üm diyene!”
“Yurtta sulh, cihanda sulh!“
Kaynak : bpakman wordpress com
Etiketler : ATATÜRK, hakkında, ilginç Bilgiler,Mustafa Kemal,Kemal Atatürk,Atatürk,