02-15-2024, 06:39 PM
HZ. MEVLÂNÂ BUGÜN BİZE NELER SÖYLER?
Yeryüzünde ad bırakan şahsiyetler, sözleri ve örnek davranışlarıyla konuşmaya ve yol göstermeye devam ediyorlar. Eserlerini okuyanlar, yaşadıkları mekânları gezenler ve kabirlerini ziyaret edenler, kendi duygu ve düşünce dünyalarında farklı bir mekânda onlarla sohbete başlıyorlar. Duyarlı kişiler için, fırsatlar hep vardır. Mevlânâ diyor ki: “Açıklamaya layık olan kişiye taş ve kerpiç konuşur, etkili bir şekilde açıklar.”
Okuyucunun, dinleyicinin ve öğrencinin yani herkesin duyarlılığı, faaliyetin gerçek öznesidir. Bu yıl 750. vuslat yıldönümünde andığımız Mevlânâ, asırlar öncesinden etkili bir şekilde dikkat çekiyor konuya: “Dinleyici susuz ve istekli olursa öğüt veren ölü de olsa söyleyici olur. Dinleyici canlı ve diri olursa dilsiz söz söylemekte yüz dilli olur.”
Mevlânâ’nın dayanağı, Hz. Peygamber Efendimizdir: “Yüce Allah öğüt verenlerin diline, dinleyicilerin gayretince hikmet verir.” Mesnevi’sinde başlık yaptığı bu hadis-i şeriften sonra onun ilk mısraları şöyledir: “Bir kimse tatlı dilliyse dinlemenin çekişindendir. Öğretmenin canlılığı ve ciddiyeti, çocuktandır.”
Bilgilenme ve bilgiden yararlanma çabası insanoğluna, müminlere yaraşır. Bilgi, anlayış ve güzel davranış şeklinde tarif edilebilen “hikmet”, nimet olarak el üstünde tutulmalıdır ve her bilgilenmenin ardından el kaldırılıp şükredilmelidir. Mevlânâ der ki: “Ey kul! Hakk’ın, sana ‘…Allah’ın rızkından yiyin.’ (Mülk, 67/15.) buyurmasından ekmeği anladın, hikmeti değil. Hakk’ın rızkı, mertebece hikmettir; o, sonuçta boğazına oturmaz.”
Konya’da Mevlânâ türbesi, bir günde on binlere varan ziyaretçi akınına uğruyor. Bazen bir günde 30 bine ulaşan bu ziyaretçi sayısı, insanların yakın ve barışık olduğu bir duygu hâlinden haber veriyor. Böyle mekânlarda dünyanın fâniliği gönüllerde hissediliyor, kişileri bir hiçlik hissiyatı sarıyor. Elbette bunun nedenleri vardır, düşünülmelidir.
Mevlânâ adı, öncelikle bir sevgi ve merhamet halesi doğuruyor bütün dünyada. Zira ümmetine şefkati ve sevgiyi öğreten Hz. Peygamber Efendimizin takipçilerindendi. Mevlânâ diyor ki: “Sevgi ve incelik, insanlık vasfıdır. Öfke ve şehvet, hayvanlık vasfıdır.”
Hak ve hakikate susamış bireylere eserleriyle art arda cesaret ve ümit vermektedir:
“Ümitsizlik mahallesine gitme, ümitler vardır.
Karanlığa doğru gitme, güneşler vardır.”
Bu hususta kararlı ve ısrarlıdır:
“Ümitsizlikten sonra nice ümitler vardır;
karanlığın ardından nice güneşler vardır.”
Hakk’ın buyurduğu, “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.” (Zümer, 39/53.) ayetini, satır ve dizelerinde vurguyla tekrar edip etkileyici cümleler kurmuştur: “Allah, ümitsizliğin boynunu vurmuştur.”
İnsanoğlunun günlük yaşantısında kullandığı araçlar, zamanımızda hayret verici özellikler kazandı, mesafeler çok kısaldı ve iletişim imkânları sınır tanımıyor artık. Ancak insan her durumda eşiyle, arkadaşlarıyla, meslektaşlarıyla ve toplumuyla birlikte yaşamak durumundadır. İyi niyet, sevgi, dostluk, merhamet, cömertlik ve fedakârlık ile huzursuzluk, tereddüt, öfke, hiddet, cimrilik, acımasızlık gibi olumlu ve olumsuz özellikler ve davranış tercihleri ise insanlarda yerli yerinde duruyor. Hatta modern dünyada insanların olumsuz davranış biçimlerinin yükselişte olduğunu ispata çalışmak dahi mümkündür. Bu nedenle insanlığa iyiyi ve kötüyü, ikna edici şekilde anlatıp tekrar edenlerin sözleri hep kalıcı olacaktır.
Sadece bakış açısını değiştirmek bile insana büyük fırsatlar doğurmaktadır, doğuracaktır. Mevlânâ insana yol gösteriyor, hayallerimizi ve düşüncelerimizi güzelleştirmemizi öğütlüyor:
“İnsanın büyüklüğü hayalindendir, -ama- hayalleri güzel yüzlü olursa.
Hayalleri nahoşluk gösterirse mum gibi ateşle erir.
Allah, yılan ve akrep arasında seni hoş hayallerle tutarsa
Yılan ve akrep sana dost olur. Çünkü o hayalin, bakırı altın eden kimyadır.”
Fiziki şartlar ve imkânlar, güzel his ve bakışlarla daha bir yardımcı şekle bürünür insan için. Aynı şartlardaki kişilerin, algılama farklılığı şaşırtıcıdır gerçekten. Mevlânâ, aynı mekânı ve havayı paylaşan iki kişinin çok farklı hissiyatını anlatıyor şu dizelerde:
“Biri çimenlikte ve ırmak kıyısında biri de onun yanında azap içindedir.
O, ‘Bunun zevki nedendir?’ diye şaşkındır; bu, ‘Bu kimin hapsindedir?’ diye hayrette.
Dikkat et! Niçin susuzsun? Burada pınarlar var. Kendine gel! Niçin solgunsun? Burada yüz ilaç var.
Ey arkadaş! Haydi! Çimene gir. -O da-, ‘Ey can! Ben giremem.’ der.”
Her an yeni bir adım atmak, yeni bir menzile ulaşmak gerek. İnsan, güzel düşünceyle birlikte günlük faaliyetlerinde çaba ve gayret sahibi olmalıdır:
“Çirkin ve güzel suretine bakma; aşkına ve istediğine bak.
Ey şerefli kişi! Küçük veya zayıf olduğuna bakma; kendi gayretine bak.”
Güvenle ve samimiyetle harcanan emek ve çabanın ardından elde edilecek güzel sonuçlar kesindir, mutlaktır:
“Hakk’ın gölgesi kulun başı üzerindedir; sonunda arayan bulur.
Peygamber, ‘Bir kapıyı çalarsan, sonunda o kapıdan bir baş çıkar.’ dedi.
Birinin mahallesinin başında oturursan sonunda sen de onun yüzünü görürsün.
Bir kuyudan her gün toprak çıkarırsan sonunda temiz suya ulaşırsın.
Sen inanmasan da herkes bunu bilir: Ne ekersen bir gün onu biçersin.”
Unutulmamalıdır emek ve çaba, zevkle ve aşkla buluştukça ürün verecektir. İşlerimiz ve ibadetlerimiz, kulluktur:
“Kulluğun ürün vermesi için zevk gerekir; tohumun ağaç vermesi için öz gerekir.
Özsüz tane, nasıl fidan olur? Cansız suret, hayalden başka bir şey değildir.”
Aksi yönde düşünmek, iddiada bulunmak çok yanlıştır. Örnekleri zaten günlük hayatta var olagelmiştir. Mevlânâ’nın dizelerinde tereddüt etmeye yer yoktur:
“Sakın! Deme ki: ‘İşte filan, filan yıl ekin ekti, çekirge ekinini yedi.
Öyleyse niçin ekeyim? Çünkü burada korku var, ben bu buğdayı elimle niçin saçayım?’
Ekin ekmeyi bırakmayan, senin körlüğüne karşılık ambarını doldurur.”
Huzur ve güven bulmak için emin olmak ve hakikate yaslanmak gerekir. Bütün bu anlatımlarıyla Mevlânâ vakarlı bir duruşa işaret ediyor:
“Din zevki oluşan kişiye dünya balı tatlı gelir mi hiç?
Bir kadeh şarapla devrilen aklı ne yapacaksın?”
Mevlânâ, dinleyenlerini ve günümüzdeki okuyucularını derin bir bakış şekliyle buluşturuyor. Kendisinin inançlı, vefalı ve samimi olduğunu düşünen bir kişi, atların üzerinde yaldızlı miğferler ve altın kemerler takınmış güçlü ve heybetli askerleri görünce imrenir, Hakk’a serzenişte bulunur. Bu imrenmenin cevabını veriyor Mevlânâ, Mesnevi’sinde:
“Hak bel verdi ve bel kemerden daha iyidir; biri, bir taç verse de o baş verdi.”
Şiir yazıp övdüğü kişiden paralar ve hediyeler elde eden bir şair, methettiği belediye başkanı ölünce kendine gelir ve Hak’tan bağışlanma diler:
“O külah bağışladı, sense akıl dolu baş. O cübbe bağışladı, sense boy pos.
O bana altın verdi, sense altın sayan el. O bana binek hayvanı verdi; sense binici aklı.
Efendi bana mum verdi, sense aydın göz; efendi bana meze verdi, sense yemek yeme gücü.
O maaş verdi; sense ömür ve hayat. Onun vaadi altın, senin vaadin tertemizler.”
Mevlânâ, bu beyitlerle şairin sahsında bizlere, dünya nimetlerine imrenenlere işin hakikatini hatırlatıyor. Yönünü, tercihini belirlemek isteyenlere de bir duyurusu vardır: “Ey oğul! Bağı çöz, özgür ol. Ne zamana kadar gümüşe, altına bağlı kalacaksın?”
Dünya için, yani yalnızca maddi değerler için harcanan emek ve zaman, kişinin kendisi ve çevresi için büyük bir yük teşkil etmektedir. Hatta bu yöndeki aşırı istekleri, kendisine ve çevresine büyük zararlar vermektedir, tedbirli olmak gerekir:
“Aynı şekilde dünyadaki her şehvet/aşırı istek; ister mal, ister makam ve ister ekmek,
Bunlardan her biri seni sarhoş eder; sen onu elde edemeyince seni mahmur eder.”
Bu yersiz istekler hususunda kendisini korumuş olduğunu düşünenlere bir sorgulama yolu göstermektedir Mevlânâ:
“Bu üzüntü mahmurluğu, o elde edemediğinle sarhoş olduğunun delilidir.
Bundan ancak zaruret ölçüsünce al ki sana galip ve emredici olmasın.”
Çaba, gayret ve zevk, insana layık anlayış ve davranışlar için harcanmalıdır. Türkçemizde enaniyet diye de anılan benlik duygusunu yıkıp aşmak ciddi ve güç bir iştir. Ancak bilgili ve kararlı insan için mümkündür bu:
“Ey dostlar! Sureti aşarsanız, cennet vardır ve gül bahçesi içinde gül bahçesi.
Kendi suretini yıkıp yakınca bütün sureti de kırmayı öğrenirsin.
Ondan sonra her sureti kırarsın; Haydar gibi Hayber’in kapısını koparırsın.”
Özgürlük, öncelikle ruhen yaşanması mümkün olan bir hâldir. Anlayışlı zihinler ve diri gönüller için söz konusudur hür kişilik:
“Bir alçak kişi bir gün bir dervişe, ‘Burada seni kimse bilmez.’ dedi.
Dedi: ‘Halk beni bilmiyorsa da ben kendimi, kim olduğumu iyi biliyorum.’
Dert ve yara aksine olsaydı; o beni görseydi, ben kendimi görmeseydim, eyvahlar!”
Tekrar edilmelidir; hep samimi istek, hep arayış ve hep ümitvar olmalıdır insanlık için, müminler için. Samimiyetle hareket edenler, kimi zaman yanlışa düşse de Yaratıcı hep ona yardımcı olacaktır, Hak ve hakikat yolundaki telaşı onu kazananlardan yapacaktır.
“İster ağır ister acele olsun arayan bulur.
Sen sürekli olarak her iki elini isteğe uzat; zira yolda istek, iyi rehberdir.
Topal, çolak, uykulu hâlde ve edepsizce de olsa ona doğru sürün ve onu iste.
Bazen konuşarak, bazen susarak ve bazen her yönde padişahın kokusunu koklayadur.
O, Yakup oğullarına dedi: ‘Yusuf’u haddinden çok arayın.
Her duygunuzu bu aramada ciddiyetle hazır şekilde her tarafa koşturun.’
-Hak- Allah’ın lütfundan, ‘Ümitsiz olmayın.’ (Yusuf, 12/87.) dedi. Oğlunu yitirmiş gibi o tarafa bu tarafa koşun.”
Bir babanın kayıp oğlunu arayışındaki samimi telaşını, (Hakk’ın selamı üzerlerine olsun) Hz. Yakup ve Hz. Yusuf peygamberlerin kıssasıyla buluşturup bizlere örnek gösteren Hz. Mevlânâ, hâlâ cesaret ve ümit vermeye devam ediyor.
Kaynak
Türk Diyanet Dergisi
Prof. Dr. Adnan KARAİSMAİLOĞLU
Kırıkkale Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi
Yeryüzünde ad bırakan şahsiyetler, sözleri ve örnek davranışlarıyla konuşmaya ve yol göstermeye devam ediyorlar. Eserlerini okuyanlar, yaşadıkları mekânları gezenler ve kabirlerini ziyaret edenler, kendi duygu ve düşünce dünyalarında farklı bir mekânda onlarla sohbete başlıyorlar. Duyarlı kişiler için, fırsatlar hep vardır. Mevlânâ diyor ki: “Açıklamaya layık olan kişiye taş ve kerpiç konuşur, etkili bir şekilde açıklar.”
Okuyucunun, dinleyicinin ve öğrencinin yani herkesin duyarlılığı, faaliyetin gerçek öznesidir. Bu yıl 750. vuslat yıldönümünde andığımız Mevlânâ, asırlar öncesinden etkili bir şekilde dikkat çekiyor konuya: “Dinleyici susuz ve istekli olursa öğüt veren ölü de olsa söyleyici olur. Dinleyici canlı ve diri olursa dilsiz söz söylemekte yüz dilli olur.”
Mevlânâ’nın dayanağı, Hz. Peygamber Efendimizdir: “Yüce Allah öğüt verenlerin diline, dinleyicilerin gayretince hikmet verir.” Mesnevi’sinde başlık yaptığı bu hadis-i şeriften sonra onun ilk mısraları şöyledir: “Bir kimse tatlı dilliyse dinlemenin çekişindendir. Öğretmenin canlılığı ve ciddiyeti, çocuktandır.”
Bilgilenme ve bilgiden yararlanma çabası insanoğluna, müminlere yaraşır. Bilgi, anlayış ve güzel davranış şeklinde tarif edilebilen “hikmet”, nimet olarak el üstünde tutulmalıdır ve her bilgilenmenin ardından el kaldırılıp şükredilmelidir. Mevlânâ der ki: “Ey kul! Hakk’ın, sana ‘…Allah’ın rızkından yiyin.’ (Mülk, 67/15.) buyurmasından ekmeği anladın, hikmeti değil. Hakk’ın rızkı, mertebece hikmettir; o, sonuçta boğazına oturmaz.”
Konya’da Mevlânâ türbesi, bir günde on binlere varan ziyaretçi akınına uğruyor. Bazen bir günde 30 bine ulaşan bu ziyaretçi sayısı, insanların yakın ve barışık olduğu bir duygu hâlinden haber veriyor. Böyle mekânlarda dünyanın fâniliği gönüllerde hissediliyor, kişileri bir hiçlik hissiyatı sarıyor. Elbette bunun nedenleri vardır, düşünülmelidir.
Mevlânâ adı, öncelikle bir sevgi ve merhamet halesi doğuruyor bütün dünyada. Zira ümmetine şefkati ve sevgiyi öğreten Hz. Peygamber Efendimizin takipçilerindendi. Mevlânâ diyor ki: “Sevgi ve incelik, insanlık vasfıdır. Öfke ve şehvet, hayvanlık vasfıdır.”
Hak ve hakikate susamış bireylere eserleriyle art arda cesaret ve ümit vermektedir:
“Ümitsizlik mahallesine gitme, ümitler vardır.
Karanlığa doğru gitme, güneşler vardır.”
Bu hususta kararlı ve ısrarlıdır:
“Ümitsizlikten sonra nice ümitler vardır;
karanlığın ardından nice güneşler vardır.”
Hakk’ın buyurduğu, “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.” (Zümer, 39/53.) ayetini, satır ve dizelerinde vurguyla tekrar edip etkileyici cümleler kurmuştur: “Allah, ümitsizliğin boynunu vurmuştur.”
İnsanoğlunun günlük yaşantısında kullandığı araçlar, zamanımızda hayret verici özellikler kazandı, mesafeler çok kısaldı ve iletişim imkânları sınır tanımıyor artık. Ancak insan her durumda eşiyle, arkadaşlarıyla, meslektaşlarıyla ve toplumuyla birlikte yaşamak durumundadır. İyi niyet, sevgi, dostluk, merhamet, cömertlik ve fedakârlık ile huzursuzluk, tereddüt, öfke, hiddet, cimrilik, acımasızlık gibi olumlu ve olumsuz özellikler ve davranış tercihleri ise insanlarda yerli yerinde duruyor. Hatta modern dünyada insanların olumsuz davranış biçimlerinin yükselişte olduğunu ispata çalışmak dahi mümkündür. Bu nedenle insanlığa iyiyi ve kötüyü, ikna edici şekilde anlatıp tekrar edenlerin sözleri hep kalıcı olacaktır.
Sadece bakış açısını değiştirmek bile insana büyük fırsatlar doğurmaktadır, doğuracaktır. Mevlânâ insana yol gösteriyor, hayallerimizi ve düşüncelerimizi güzelleştirmemizi öğütlüyor:
“İnsanın büyüklüğü hayalindendir, -ama- hayalleri güzel yüzlü olursa.
Hayalleri nahoşluk gösterirse mum gibi ateşle erir.
Allah, yılan ve akrep arasında seni hoş hayallerle tutarsa
Yılan ve akrep sana dost olur. Çünkü o hayalin, bakırı altın eden kimyadır.”
Fiziki şartlar ve imkânlar, güzel his ve bakışlarla daha bir yardımcı şekle bürünür insan için. Aynı şartlardaki kişilerin, algılama farklılığı şaşırtıcıdır gerçekten. Mevlânâ, aynı mekânı ve havayı paylaşan iki kişinin çok farklı hissiyatını anlatıyor şu dizelerde:
“Biri çimenlikte ve ırmak kıyısında biri de onun yanında azap içindedir.
O, ‘Bunun zevki nedendir?’ diye şaşkındır; bu, ‘Bu kimin hapsindedir?’ diye hayrette.
Dikkat et! Niçin susuzsun? Burada pınarlar var. Kendine gel! Niçin solgunsun? Burada yüz ilaç var.
Ey arkadaş! Haydi! Çimene gir. -O da-, ‘Ey can! Ben giremem.’ der.”
Her an yeni bir adım atmak, yeni bir menzile ulaşmak gerek. İnsan, güzel düşünceyle birlikte günlük faaliyetlerinde çaba ve gayret sahibi olmalıdır:
“Çirkin ve güzel suretine bakma; aşkına ve istediğine bak.
Ey şerefli kişi! Küçük veya zayıf olduğuna bakma; kendi gayretine bak.”
Güvenle ve samimiyetle harcanan emek ve çabanın ardından elde edilecek güzel sonuçlar kesindir, mutlaktır:
“Hakk’ın gölgesi kulun başı üzerindedir; sonunda arayan bulur.
Peygamber, ‘Bir kapıyı çalarsan, sonunda o kapıdan bir baş çıkar.’ dedi.
Birinin mahallesinin başında oturursan sonunda sen de onun yüzünü görürsün.
Bir kuyudan her gün toprak çıkarırsan sonunda temiz suya ulaşırsın.
Sen inanmasan da herkes bunu bilir: Ne ekersen bir gün onu biçersin.”
Unutulmamalıdır emek ve çaba, zevkle ve aşkla buluştukça ürün verecektir. İşlerimiz ve ibadetlerimiz, kulluktur:
“Kulluğun ürün vermesi için zevk gerekir; tohumun ağaç vermesi için öz gerekir.
Özsüz tane, nasıl fidan olur? Cansız suret, hayalden başka bir şey değildir.”
Aksi yönde düşünmek, iddiada bulunmak çok yanlıştır. Örnekleri zaten günlük hayatta var olagelmiştir. Mevlânâ’nın dizelerinde tereddüt etmeye yer yoktur:
“Sakın! Deme ki: ‘İşte filan, filan yıl ekin ekti, çekirge ekinini yedi.
Öyleyse niçin ekeyim? Çünkü burada korku var, ben bu buğdayı elimle niçin saçayım?’
Ekin ekmeyi bırakmayan, senin körlüğüne karşılık ambarını doldurur.”
Huzur ve güven bulmak için emin olmak ve hakikate yaslanmak gerekir. Bütün bu anlatımlarıyla Mevlânâ vakarlı bir duruşa işaret ediyor:
“Din zevki oluşan kişiye dünya balı tatlı gelir mi hiç?
Bir kadeh şarapla devrilen aklı ne yapacaksın?”
Mevlânâ, dinleyenlerini ve günümüzdeki okuyucularını derin bir bakış şekliyle buluşturuyor. Kendisinin inançlı, vefalı ve samimi olduğunu düşünen bir kişi, atların üzerinde yaldızlı miğferler ve altın kemerler takınmış güçlü ve heybetli askerleri görünce imrenir, Hakk’a serzenişte bulunur. Bu imrenmenin cevabını veriyor Mevlânâ, Mesnevi’sinde:
“Hak bel verdi ve bel kemerden daha iyidir; biri, bir taç verse de o baş verdi.”
Şiir yazıp övdüğü kişiden paralar ve hediyeler elde eden bir şair, methettiği belediye başkanı ölünce kendine gelir ve Hak’tan bağışlanma diler:
“O külah bağışladı, sense akıl dolu baş. O cübbe bağışladı, sense boy pos.
O bana altın verdi, sense altın sayan el. O bana binek hayvanı verdi; sense binici aklı.
Efendi bana mum verdi, sense aydın göz; efendi bana meze verdi, sense yemek yeme gücü.
O maaş verdi; sense ömür ve hayat. Onun vaadi altın, senin vaadin tertemizler.”
Mevlânâ, bu beyitlerle şairin sahsında bizlere, dünya nimetlerine imrenenlere işin hakikatini hatırlatıyor. Yönünü, tercihini belirlemek isteyenlere de bir duyurusu vardır: “Ey oğul! Bağı çöz, özgür ol. Ne zamana kadar gümüşe, altına bağlı kalacaksın?”
Dünya için, yani yalnızca maddi değerler için harcanan emek ve zaman, kişinin kendisi ve çevresi için büyük bir yük teşkil etmektedir. Hatta bu yöndeki aşırı istekleri, kendisine ve çevresine büyük zararlar vermektedir, tedbirli olmak gerekir:
“Aynı şekilde dünyadaki her şehvet/aşırı istek; ister mal, ister makam ve ister ekmek,
Bunlardan her biri seni sarhoş eder; sen onu elde edemeyince seni mahmur eder.”
Bu yersiz istekler hususunda kendisini korumuş olduğunu düşünenlere bir sorgulama yolu göstermektedir Mevlânâ:
“Bu üzüntü mahmurluğu, o elde edemediğinle sarhoş olduğunun delilidir.
Bundan ancak zaruret ölçüsünce al ki sana galip ve emredici olmasın.”
Çaba, gayret ve zevk, insana layık anlayış ve davranışlar için harcanmalıdır. Türkçemizde enaniyet diye de anılan benlik duygusunu yıkıp aşmak ciddi ve güç bir iştir. Ancak bilgili ve kararlı insan için mümkündür bu:
“Ey dostlar! Sureti aşarsanız, cennet vardır ve gül bahçesi içinde gül bahçesi.
Kendi suretini yıkıp yakınca bütün sureti de kırmayı öğrenirsin.
Ondan sonra her sureti kırarsın; Haydar gibi Hayber’in kapısını koparırsın.”
Özgürlük, öncelikle ruhen yaşanması mümkün olan bir hâldir. Anlayışlı zihinler ve diri gönüller için söz konusudur hür kişilik:
“Bir alçak kişi bir gün bir dervişe, ‘Burada seni kimse bilmez.’ dedi.
Dedi: ‘Halk beni bilmiyorsa da ben kendimi, kim olduğumu iyi biliyorum.’
Dert ve yara aksine olsaydı; o beni görseydi, ben kendimi görmeseydim, eyvahlar!”
Tekrar edilmelidir; hep samimi istek, hep arayış ve hep ümitvar olmalıdır insanlık için, müminler için. Samimiyetle hareket edenler, kimi zaman yanlışa düşse de Yaratıcı hep ona yardımcı olacaktır, Hak ve hakikat yolundaki telaşı onu kazananlardan yapacaktır.
“İster ağır ister acele olsun arayan bulur.
Sen sürekli olarak her iki elini isteğe uzat; zira yolda istek, iyi rehberdir.
Topal, çolak, uykulu hâlde ve edepsizce de olsa ona doğru sürün ve onu iste.
Bazen konuşarak, bazen susarak ve bazen her yönde padişahın kokusunu koklayadur.
O, Yakup oğullarına dedi: ‘Yusuf’u haddinden çok arayın.
Her duygunuzu bu aramada ciddiyetle hazır şekilde her tarafa koşturun.’
-Hak- Allah’ın lütfundan, ‘Ümitsiz olmayın.’ (Yusuf, 12/87.) dedi. Oğlunu yitirmiş gibi o tarafa bu tarafa koşun.”
Bir babanın kayıp oğlunu arayışındaki samimi telaşını, (Hakk’ın selamı üzerlerine olsun) Hz. Yakup ve Hz. Yusuf peygamberlerin kıssasıyla buluşturup bizlere örnek gösteren Hz. Mevlânâ, hâlâ cesaret ve ümit vermeye devam ediyor.
Kaynak
Türk Diyanet Dergisi
Prof. Dr. Adnan KARAİSMAİLOĞLU
Kırıkkale Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi