08-21-2024, 02:44 PM
BİR FİNCAN KAHVE
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var, derler. Dile kolay tam kırk yıl. Peki ya o kahvenin eşsiz lezzetini yudumladığınız fincanlar. Kimi toprak kimi porselen kimi seramik… Hatta gümüş zarfların içinde arzıendam eden o fincanlar, bu hatırdan payına düşeni alıyor mu dersiniz?
Hem kahvenin hem de çayın kültürümüzde ve günlük hayatımızdaki yeri yabana atılmayacak derecede önemli. Dünyada çay ile fincanın arası sıkı fıkı olsa da biz çayı ince belli bardaklarda sevenlerdeniz. Kahveyi ise fincanda içeriz. Bu nedenledir ki atasözlerimizde dahi kahve ve fincanı ayırmaz, evde kalmamışsa da komşudan ödünç kahveyi yine bir fincanla isteriz. Kahve mi fincana, fincan mı kahveye sebep bilinmez ama kahvenin hatırı kırk yılsa fincanın hatırının çağları aştığını söylemek gerek.
Her dönemin her kültürün kendine özgü fincanları var. Böylece fincanlar sadece kahvenin değil, kültürel tarihin de taşıyıcısı oluyor. Bir İngiliz fincanında Fransız etkilerinin izlerini sürmek de mümkün yahut savaşların hatıratlarını okumak da. Bir fincanın üzerine resmedilen desenlerden o bölgede yetiştirilen ürünlere, toplumun giyim kuşam tarzına hatta dinî inançlarına dair bilgiler derlenebilir. Örneğin 1700’lerde İtalyan Capodimonte fincanlarında o dönemin olaylarını, natürmort tasvirleri görebilir, kabartmalı desenler arasında şehrin siluetini izleyebilirsiniz. Kimi zaman özel davetler için nasıl özel kıyafetler diktiriliyorsa özel fincan takımları da sipariş edilirdi. Böyle durumlarda da fincanlar ev sahibinin ve tasarımcının sanat zevkinin taşıyıcısı olurdu. Ayrıca özel siparişlerde spesifik olayların da kahve fincanlarına işlendiğini görmek mümkün. Herend markasının 1860’ta ürettiği Rothschild Kuşu modeli aslında bir davette kaybolan ve ardından minik bir kuşun gagasında bulunan kolyenin hikâyesini resmediyor. Bu patern sadece kahve fincanlarında değil, çorba kâselerinden porselen yemek takımlarına kadar pek çok yerde de kullanılmış üstelik.
Her zanaatkâr, ülkesinin tarihi kadar yaşam tarzını da fincana nakşediyor. Keskin hatlı Japon fincanlarında geometrik desenler hâkimken Batı’ya doğru figürler daha yumuşak bir hâl alıyor. Türk çini ustalarının elinde ise fincanlar görsel birer şölene dönüşüyor. Türk İslam sanatının kahve fincanlarına kattığı diğer bir güzellik ise zarflar. Zarf bir nesneyi sarıp çevreleyen, koruyan nesne anlamında. Fincan zarfları da zarif fincan takımlarını koruyup taşıyan ve amacının çok ötesinde birer sanat eserine dönüşen zanaat ürünleri. Anavatanı Habeşistan’dan Yemen’e, oradan tüccarlar aracılığıyla İstanbul’a ve İstanbul üzerinden Avrupa’ya yayılan kahve Osmanlı’da sadece bir kahve değil, bir kültürün de remzi oldu. Öyle ki Kanuni Sultan Süleyman döneminde has oda hizmetleri içinde “kahvecibaşı”lık görevi ihdas edilmiş, kahve ikramı âdeta bir törene dönüşmüştü. İnci yahut elmas ile bezeli kadife örtüler serili ahşap veya gümüş el işi tepsilerde, her biri usta zanaatların hünerli ellerinden çıkma zarflar ve fincanlarla ikram edilen kahveler hatırlarını kırk yıldan fazla saydırdılar.
Osmanlı’da fincanlara eşlik eden fincan zarfları kulpsuz yapılıyordu. Bilhassa değerli madenden yapılan bu zarflar kahveyi hem soğutuyor hem de içenin elini yakıyordu. Kulplu zarfların yaygınlaşması ise 20. yüzyılı buldu.
Osmanlı’da, fincan zarfları zamanla günlük hayatın vazgeçilmezleri arasına katıldı. Öyle ki çeyizlerde kahve takımları başlığında hassaten zikredilen eşyalardan biri oldu.
Geçmişte fincanlar, ustasının imzasını taşır, zanaatkâr fincan altına mührünü vurarak eseriyle âdeta övünürdü. Günümüzde seri üretimin zanaat kollarını bir bir tarihin tozlu raflarına kaldırmasıyla bu fincanlar da günlük kullanım alanından çıkarak antikacılarda arzıendam etmeye başladılar.
1800’lerde Avpura’da gür ve uzun bıyık modası esmeye başlayınca fincanlar da modadan payına düşeni aldı. Fincanların ağız kısmı bıyıkları kahvenin köpüğünden korumak için portatif hâle getirildi.
Her nesne gibi fincan takımları da statüden nasibini aldı. Gelir düzeyi düşük olanlar kilden yapılmış fincanlardan kahvelerini yudumlarken statünün artmasıyla bu fincanlar seramik yahut porselene tebdil oluyor. Hatta kişiye özel tasarımlar, değerli taş ve madenle süslü zarflar da sadece sanatın değil, zenginliğin de göstergesi oluyor.
Fincanın antikaya dönüşmesi fincan koleksiyonerlerini de beraberinde getirdi. Pek çok koleksiyoner el yapımı, imzalı fincan takımlarını toplayarak fincanların hikâyesini yeni nesillere taşıyor.
Süreyya MERİÇ
Diyanet Aile Dergisi
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var, derler. Dile kolay tam kırk yıl. Peki ya o kahvenin eşsiz lezzetini yudumladığınız fincanlar. Kimi toprak kimi porselen kimi seramik… Hatta gümüş zarfların içinde arzıendam eden o fincanlar, bu hatırdan payına düşeni alıyor mu dersiniz?
Hem kahvenin hem de çayın kültürümüzde ve günlük hayatımızdaki yeri yabana atılmayacak derecede önemli. Dünyada çay ile fincanın arası sıkı fıkı olsa da biz çayı ince belli bardaklarda sevenlerdeniz. Kahveyi ise fincanda içeriz. Bu nedenledir ki atasözlerimizde dahi kahve ve fincanı ayırmaz, evde kalmamışsa da komşudan ödünç kahveyi yine bir fincanla isteriz. Kahve mi fincana, fincan mı kahveye sebep bilinmez ama kahvenin hatırı kırk yılsa fincanın hatırının çağları aştığını söylemek gerek.
Her dönemin her kültürün kendine özgü fincanları var. Böylece fincanlar sadece kahvenin değil, kültürel tarihin de taşıyıcısı oluyor. Bir İngiliz fincanında Fransız etkilerinin izlerini sürmek de mümkün yahut savaşların hatıratlarını okumak da. Bir fincanın üzerine resmedilen desenlerden o bölgede yetiştirilen ürünlere, toplumun giyim kuşam tarzına hatta dinî inançlarına dair bilgiler derlenebilir. Örneğin 1700’lerde İtalyan Capodimonte fincanlarında o dönemin olaylarını, natürmort tasvirleri görebilir, kabartmalı desenler arasında şehrin siluetini izleyebilirsiniz. Kimi zaman özel davetler için nasıl özel kıyafetler diktiriliyorsa özel fincan takımları da sipariş edilirdi. Böyle durumlarda da fincanlar ev sahibinin ve tasarımcının sanat zevkinin taşıyıcısı olurdu. Ayrıca özel siparişlerde spesifik olayların da kahve fincanlarına işlendiğini görmek mümkün. Herend markasının 1860’ta ürettiği Rothschild Kuşu modeli aslında bir davette kaybolan ve ardından minik bir kuşun gagasında bulunan kolyenin hikâyesini resmediyor. Bu patern sadece kahve fincanlarında değil, çorba kâselerinden porselen yemek takımlarına kadar pek çok yerde de kullanılmış üstelik.
Her zanaatkâr, ülkesinin tarihi kadar yaşam tarzını da fincana nakşediyor. Keskin hatlı Japon fincanlarında geometrik desenler hâkimken Batı’ya doğru figürler daha yumuşak bir hâl alıyor. Türk çini ustalarının elinde ise fincanlar görsel birer şölene dönüşüyor. Türk İslam sanatının kahve fincanlarına kattığı diğer bir güzellik ise zarflar. Zarf bir nesneyi sarıp çevreleyen, koruyan nesne anlamında. Fincan zarfları da zarif fincan takımlarını koruyup taşıyan ve amacının çok ötesinde birer sanat eserine dönüşen zanaat ürünleri. Anavatanı Habeşistan’dan Yemen’e, oradan tüccarlar aracılığıyla İstanbul’a ve İstanbul üzerinden Avrupa’ya yayılan kahve Osmanlı’da sadece bir kahve değil, bir kültürün de remzi oldu. Öyle ki Kanuni Sultan Süleyman döneminde has oda hizmetleri içinde “kahvecibaşı”lık görevi ihdas edilmiş, kahve ikramı âdeta bir törene dönüşmüştü. İnci yahut elmas ile bezeli kadife örtüler serili ahşap veya gümüş el işi tepsilerde, her biri usta zanaatların hünerli ellerinden çıkma zarflar ve fincanlarla ikram edilen kahveler hatırlarını kırk yıldan fazla saydırdılar.
Osmanlı’da fincanlara eşlik eden fincan zarfları kulpsuz yapılıyordu. Bilhassa değerli madenden yapılan bu zarflar kahveyi hem soğutuyor hem de içenin elini yakıyordu. Kulplu zarfların yaygınlaşması ise 20. yüzyılı buldu.
Osmanlı’da, fincan zarfları zamanla günlük hayatın vazgeçilmezleri arasına katıldı. Öyle ki çeyizlerde kahve takımları başlığında hassaten zikredilen eşyalardan biri oldu.
Geçmişte fincanlar, ustasının imzasını taşır, zanaatkâr fincan altına mührünü vurarak eseriyle âdeta övünürdü. Günümüzde seri üretimin zanaat kollarını bir bir tarihin tozlu raflarına kaldırmasıyla bu fincanlar da günlük kullanım alanından çıkarak antikacılarda arzıendam etmeye başladılar.
1800’lerde Avpura’da gür ve uzun bıyık modası esmeye başlayınca fincanlar da modadan payına düşeni aldı. Fincanların ağız kısmı bıyıkları kahvenin köpüğünden korumak için portatif hâle getirildi.
Her nesne gibi fincan takımları da statüden nasibini aldı. Gelir düzeyi düşük olanlar kilden yapılmış fincanlardan kahvelerini yudumlarken statünün artmasıyla bu fincanlar seramik yahut porselene tebdil oluyor. Hatta kişiye özel tasarımlar, değerli taş ve madenle süslü zarflar da sadece sanatın değil, zenginliğin de göstergesi oluyor.
Fincanın antikaya dönüşmesi fincan koleksiyonerlerini de beraberinde getirdi. Pek çok koleksiyoner el yapımı, imzalı fincan takımlarını toplayarak fincanların hikâyesini yeni nesillere taşıyor.
Süreyya MERİÇ
Diyanet Aile Dergisi
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca