08-13-2024, 03:22 PM
Rızıkların Taksimi
Kur’an-ı Kerim’de;
“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizde olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiriyoruz” buyrulmakla, hayatı taksimatın ilahi bir irade ile olduğu açıklanmakta; hırs ve tamah yolu kapanmaktadır. Burada rızkın taksim olduğu tebliğ edilmektedir.
İbn Abbas’ın (r.a) şöyle dediği bildirilmiştir:
“Allah Teala rızıkları yarattığı zaman, bu rızıkları yeryüzünün değişik yerlerine dağıtması için rüzgarlara emir buyurdu; onlar da emri yerine getirdiler.
İnsanlardan kiminin rızkı yüz bin değişik yere, kiminin rızkı on bin yere, kimininki bin yere, kimininki yüz yere, kimininki bundan daha az veya daha fazla yere dağıtılmıştır. Kiminin rızkı da evinin kapısına bırakılmıştır; girip çıktıkça onu bulur. Her kul, kendisi için yazılmış olan rızkın peşinden koşar ve bu koşma kendisi için taksim edilen rızık bitinceye kadar devam eder. Rızkı bitince ölüm meleği gelir ve ruhunu alır.”
İbrahim b. Edhem’e (k.s) hizmet eden Huzeyfetü’I-Mera’şi’ye,
-“Onun yanında şahit olup da en çok şaşırdığın hadise nedir?” diye sorduklarında hazret şunları anlatmıştır:
-“İbrahim b. Edhem ile Mekke yolunda uzun bir müddet aç kaldık. Nihayet Kufe‘ye gittik. Orada harap halde bulunan bir mescide girdik. İbrahim bana baktı ve, “Seni acıkmış görüyorum” dedi. Ben de,
-“Evet, gördüğün gibi açım” dedim. Bunun üzerine İbrahim,
-“Bana kağıt kalem getir” dedi. Ben de getirdim ve İbrahim şu şiirleri yazdı:
Benim hamd eden, benim şükreden, benim zikreden!
Benim aç olan, benim kaybolan, benim çıplak olan!
Altı haslet saydım; bunların yarısına ben kefilim!
Ya Rabbi! Diğer yarısına da sen kefil ol!
Senden başkasına hamd etmem,
Cehennem alevine dalmamdır!
Öyleyse biçare kullarını ateşe düşmekten koru!
Bunları yazdıktan sonra: “Bu kağıdı al, kalbini Allah’tan başka kimseye bağlama. Sokağa çık ve ilk karşılaştığın adama bu kağıdı ver” dedi.
Ben de çıktım, katır üzerinde giden bir adam ile karşılaştım. Adama mektubu verdim, okudu ağladı ve;
“Bu mektubun sahibi nerededir?” diye sordu. Ben harabe olan şu mescitte olduğunu söyledim. Adam, içinde altı yüz altın bulunan bir keseyi bana verdi ve gitti.
Orada karşılaştığım başka birisine bu zatın kim olduğunu sordum, onun bir hıristiyan olduğunu öğrendim. Geldim durumu İbrahim’e anlattım. İbrahim,
-“Keseye hiç dokunma, o nerede ise gelecektir” dedi. Hakikaten bir saat sonra adam gelerek İbrahim’in dizlerine kapandı ve müslüman oldu.”
Ebu Yakup el-Basri anlatıyor: “Bir defa Harem’de on gün aç kaldım. Artık takatten düştüm. Şöyle bir dolaşayım, belki yiyecek bir şey bulurum dedim. Yolda dolaşırken atılmış bir ok buldum. Oku aldım fakat bundan hoşlanmadım. İçimden bir ses bana: “On gün aç kaldın, nihayet nasibin paslı bir ok” dedi. Oku attım ve hemen döndüm mescide girdim. Tam bu sırada yabancı bir adam elinde bir bohça olduğu halde içeri girdi, selam verdi ve bana;
-“Bu bohça senindir” dedi. Ben de,
-“Niçin benim olsun?” diye sordum.
Adam,
“Biz bir deniz yolculuğunda bulunuyorduk. On gün fırtınaya yakalandık, neredeyse batacaktık. O sırada şöyle nezrettim:
-“Eğer bu tehlikeden kurtulursam bu bohçayı ilk gördüğüm kimseye vereceğim” dedim ve ilk karşıma çıkan kimse de sen oldun. Bunun için bunu sana veriyorum, dedi. Ben de,
-“Aç bakalım içinde ne var?” dedim. Adam açtı, bohçanın içinde halis buğday unundan mısır simidi, badem içi, şeker ve yağ vardı. Her birinden birer miktar aldıktan sonra,
-“Nezrini kabul ettim. Ben alacağımı aldım. Artık sen geride kalanları götür adamlarına dağıt” dedim. Sonra da kendi kendime,
-“Senin rızkın on günlük yoldan gelip dururken sen çıktın da çölde rızkını arıyorsun” dedim.
Hikaye edildiğine göre büyüklerden Bennan el-Hammal’ın bir hizmetçi cariyeye ihtiyacı oldu. Durumu dostlarına anlattı. Onlar da aralarında cariyenin parasını topladı, götürüp kendisine verdiler ve “İşte para, sende dursun, cariye satıcıları geldiği vakit alırız” dediler.
Cariye satıcıları geldi. Bunlar da bir cariyeyi beğendiler ve satın almak istediler. Sahibi, onların beğendiği cariyenin satılık olmadığını söyledi. Onlar ısrar edince “Yahu zorlayıp durmayın, onu Semerkant’tan bir kadın Bennan el-Hammal’e gönderdi, bunu ona getirdim” dedi. Bunun üzerine cariyeyi ona götürdüler ve durumu anlattılar
Rızıkları farklı kılan Allahtır
Hak Teala, her canlının rızkını ayrı ayrı ihsan etmiştir. Aslında bilmemiz gereken en mühim bir husus da, rızkın taksimindeki farklılıklardır. Ancak bu farklılık, cemiyet nizamının mükemmel bir surette tesis ve düzeni içindir.
Her şeyin hazinesi Allah’ın elinde olduğu ve ilahı bilgiye göre, yani Allah’ın takdirine uygun bir şekilde gerekli dağıtım yapıldığı, Kur’an’la sabittir. Nitekim Cenab-ı Allah;
“Dünya hayatında onların (insanların) maişetlerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için de kiminin maişetini derecelerle ötekine üstün (fazla) kıldık” buyurmuştur.
Yani kimi zengin kimi fakir; kimi işçi kimi işveren; kimi amir kimi memur olur. İnsanların iş bakımından rızık yollarının farklı olması, birbirleriyle daha yakın ilişki ve alaka içerisinde bulunmaları içindir.
Müminler, bu maddi farklı durumlarının kendilerine hayır olduğu inancı içinde olmalıdır. Şayet hayat nizamı, insanların aciz idraklerine, birbirine uymayan istek ve yeteneklerine ve her an değişen düşüncelerine kalsa idi, kainatta isyandan başka bir şey görülmezdi. Nitekim Allah Teala;
“İnsan görmez mi ki, Allah dilediğinin rızkını bol veya dar vermektedir. Bunda şuurlu müminler için ibret vardır” buyurmaktadır.
Siraceddin Önlüer
Kur’an-ı Kerim’de;
“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizde olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiriyoruz” buyrulmakla, hayatı taksimatın ilahi bir irade ile olduğu açıklanmakta; hırs ve tamah yolu kapanmaktadır. Burada rızkın taksim olduğu tebliğ edilmektedir.
İbn Abbas’ın (r.a) şöyle dediği bildirilmiştir:
“Allah Teala rızıkları yarattığı zaman, bu rızıkları yeryüzünün değişik yerlerine dağıtması için rüzgarlara emir buyurdu; onlar da emri yerine getirdiler.
İnsanlardan kiminin rızkı yüz bin değişik yere, kiminin rızkı on bin yere, kimininki bin yere, kimininki yüz yere, kimininki bundan daha az veya daha fazla yere dağıtılmıştır. Kiminin rızkı da evinin kapısına bırakılmıştır; girip çıktıkça onu bulur. Her kul, kendisi için yazılmış olan rızkın peşinden koşar ve bu koşma kendisi için taksim edilen rızık bitinceye kadar devam eder. Rızkı bitince ölüm meleği gelir ve ruhunu alır.”
İbrahim b. Edhem’e (k.s) hizmet eden Huzeyfetü’I-Mera’şi’ye,
-“Onun yanında şahit olup da en çok şaşırdığın hadise nedir?” diye sorduklarında hazret şunları anlatmıştır:
-“İbrahim b. Edhem ile Mekke yolunda uzun bir müddet aç kaldık. Nihayet Kufe‘ye gittik. Orada harap halde bulunan bir mescide girdik. İbrahim bana baktı ve, “Seni acıkmış görüyorum” dedi. Ben de,
-“Evet, gördüğün gibi açım” dedim. Bunun üzerine İbrahim,
-“Bana kağıt kalem getir” dedi. Ben de getirdim ve İbrahim şu şiirleri yazdı:
Benim hamd eden, benim şükreden, benim zikreden!
Benim aç olan, benim kaybolan, benim çıplak olan!
Altı haslet saydım; bunların yarısına ben kefilim!
Ya Rabbi! Diğer yarısına da sen kefil ol!
Senden başkasına hamd etmem,
Cehennem alevine dalmamdır!
Öyleyse biçare kullarını ateşe düşmekten koru!
Bunları yazdıktan sonra: “Bu kağıdı al, kalbini Allah’tan başka kimseye bağlama. Sokağa çık ve ilk karşılaştığın adama bu kağıdı ver” dedi.
Ben de çıktım, katır üzerinde giden bir adam ile karşılaştım. Adama mektubu verdim, okudu ağladı ve;
“Bu mektubun sahibi nerededir?” diye sordu. Ben harabe olan şu mescitte olduğunu söyledim. Adam, içinde altı yüz altın bulunan bir keseyi bana verdi ve gitti.
Orada karşılaştığım başka birisine bu zatın kim olduğunu sordum, onun bir hıristiyan olduğunu öğrendim. Geldim durumu İbrahim’e anlattım. İbrahim,
-“Keseye hiç dokunma, o nerede ise gelecektir” dedi. Hakikaten bir saat sonra adam gelerek İbrahim’in dizlerine kapandı ve müslüman oldu.”
Ebu Yakup el-Basri anlatıyor: “Bir defa Harem’de on gün aç kaldım. Artık takatten düştüm. Şöyle bir dolaşayım, belki yiyecek bir şey bulurum dedim. Yolda dolaşırken atılmış bir ok buldum. Oku aldım fakat bundan hoşlanmadım. İçimden bir ses bana: “On gün aç kaldın, nihayet nasibin paslı bir ok” dedi. Oku attım ve hemen döndüm mescide girdim. Tam bu sırada yabancı bir adam elinde bir bohça olduğu halde içeri girdi, selam verdi ve bana;
-“Bu bohça senindir” dedi. Ben de,
-“Niçin benim olsun?” diye sordum.
Adam,
“Biz bir deniz yolculuğunda bulunuyorduk. On gün fırtınaya yakalandık, neredeyse batacaktık. O sırada şöyle nezrettim:
-“Eğer bu tehlikeden kurtulursam bu bohçayı ilk gördüğüm kimseye vereceğim” dedim ve ilk karşıma çıkan kimse de sen oldun. Bunun için bunu sana veriyorum, dedi. Ben de,
-“Aç bakalım içinde ne var?” dedim. Adam açtı, bohçanın içinde halis buğday unundan mısır simidi, badem içi, şeker ve yağ vardı. Her birinden birer miktar aldıktan sonra,
-“Nezrini kabul ettim. Ben alacağımı aldım. Artık sen geride kalanları götür adamlarına dağıt” dedim. Sonra da kendi kendime,
-“Senin rızkın on günlük yoldan gelip dururken sen çıktın da çölde rızkını arıyorsun” dedim.
Hikaye edildiğine göre büyüklerden Bennan el-Hammal’ın bir hizmetçi cariyeye ihtiyacı oldu. Durumu dostlarına anlattı. Onlar da aralarında cariyenin parasını topladı, götürüp kendisine verdiler ve “İşte para, sende dursun, cariye satıcıları geldiği vakit alırız” dediler.
Cariye satıcıları geldi. Bunlar da bir cariyeyi beğendiler ve satın almak istediler. Sahibi, onların beğendiği cariyenin satılık olmadığını söyledi. Onlar ısrar edince “Yahu zorlayıp durmayın, onu Semerkant’tan bir kadın Bennan el-Hammal’e gönderdi, bunu ona getirdim” dedi. Bunun üzerine cariyeyi ona götürdüler ve durumu anlattılar
Rızıkları farklı kılan Allahtır
Hak Teala, her canlının rızkını ayrı ayrı ihsan etmiştir. Aslında bilmemiz gereken en mühim bir husus da, rızkın taksimindeki farklılıklardır. Ancak bu farklılık, cemiyet nizamının mükemmel bir surette tesis ve düzeni içindir.
Her şeyin hazinesi Allah’ın elinde olduğu ve ilahı bilgiye göre, yani Allah’ın takdirine uygun bir şekilde gerekli dağıtım yapıldığı, Kur’an’la sabittir. Nitekim Cenab-ı Allah;
“Dünya hayatında onların (insanların) maişetlerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için de kiminin maişetini derecelerle ötekine üstün (fazla) kıldık” buyurmuştur.
Yani kimi zengin kimi fakir; kimi işçi kimi işveren; kimi amir kimi memur olur. İnsanların iş bakımından rızık yollarının farklı olması, birbirleriyle daha yakın ilişki ve alaka içerisinde bulunmaları içindir.
Müminler, bu maddi farklı durumlarının kendilerine hayır olduğu inancı içinde olmalıdır. Şayet hayat nizamı, insanların aciz idraklerine, birbirine uymayan istek ve yeteneklerine ve her an değişen düşüncelerine kalsa idi, kainatta isyandan başka bir şey görülmezdi. Nitekim Allah Teala;
“İnsan görmez mi ki, Allah dilediğinin rızkını bol veya dar vermektedir. Bunda şuurlu müminler için ibret vardır” buyurmaktadır.
Siraceddin Önlüer
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca