07-29-2022, 07:04 PM
ŞEYH ÂRİF-İ BİLLÂH İBRÂHİM DÜSÛKÎ (K.S.) HAZRETLERİ
Kısa Hayatı
Hicrî 633'te aşağı Mısır'da doğdu. Ömrünün çoğunu orada geçirdi ve bundan dolayı Düsûkî diye tanındı. Babası Ebü'l-Mecd Abdülaziz, Rifâî tarîkatında önemli bir mevki sahibi idi. Şeceresi Zeynelâbidin, Hz. Hüseyin ve Hz. Fatıma ile Hz. Peygamber'e ulaştığı için, seyyittir.
İbrâhim Düsûkî eğitimine Düsûk'ta başladı; Kur'an'ı ezbeledi; Şafiî fıkhında derinleşti, fakîh oldu. Sonra babasından Rifâiyye hırkasını giydi. Daha sonra Sühreverdî şeyhlerinden Necmeddin Isfahanî'ye intisap etti. Şâzeliyye tarîkatına da bağlıydı.
Düsûkî hazretleri mutasavvıflar tarafından dört büyük kutuptan biri kabul edilir. Diğer üçü ise Abdülkadir Geylânî, Ahmed er-Rifâî ve Ahmed el-Bedevî'dir. İbrâhim Düsûkî yirmi yıl kadar halvethânesinde mücâhede ve tefekküle meşgul oldu. Halvethâneden ancak babasının cenaze namazını kılmak için çıktı. Tekrar buraya dönmek istediyse de dostlarının recâsı üzerine vazgeçti.
Hicrî 676 yılında kırk üç yaşında iken vefât etti, kendisinden sonra vazifeyi kardeşi Şeyh Mûsâ'ya devretti, o da Düsûkî'nin yolunu bir tarikat haline getirdi. Vefât ettiğinde halvethanesine defnedildi.1
Düsûkî hazretleri şeriata çok bağlı idi. "Müidin her konuda şeyhine bağlı olması gerektiği gibi, şeyhin de müidine evlâdı gibi muamele etmesi gerekir" derdi. Helâl yemeye, hak-hukûku gözetmeye ve şeriatın hükümlerine bağlı kalmaya büyük önem verirdi. Şeriatla hakîkatı, zâhirle bâtını birleştirmenin gerekli olduğunu söylerdi. Hakikatı, tasvir ve ifâde olarak değil, zevk ve yaşama olarak kabul ederdi.
Düsûkî hazretlerinin esrarengiz yönleri de vardı. Nitekim onun Süyânî, İbrânî, ve eski Mısır dillerini bildiği, hayvanların ve kuşların lisanından anladığı rivâyet edilir. İmam Şarânî (k.s.), et-Tabakâtü'l-kübrâ adlı eserinde onun hangi dille yazıldığı belli olmayan bir kaç mektubunu nakletmektedir .
İmam Şarânî bu büyük zâtı şu sözleriyle metheder:
"Himmete muhtaç olanların şeyhlerinden ve mukarrabînin önde gelenlerinden idi. Açık kerâmetleri vardı. Üstün basîret ve makama, yüce himmetlere, büyük rutbelere, melekûtî sırlara ve ulvî kelamlara sahipti.
O marifet ilminde yüksek dereceye, hakîkat ilminde üstün makama, yüce âlemde büyük rutbeye, kaynak ilimlerde güçlü bir bilgiye, tasarrufta büyük yetkiye, âyetlerin hakîki manalarını çözmede keşfe, müşâhede âlemine ait sırları anlamada kat kat bilgiye sahipti.
O, Yüce Allah'ın yarattığı müstesnâ bir insandı. Allah onu adetâ insanlara rahmet olarak yaratmış; gerek avâm, gerek havâs herkese sevdirmiş, kendisine tasarruf yetkisi ve velâyet sırrı vermiş, bütün gözleri ona çevirmiş, marifet ilmiyle kendisini konuşturmuştur. Allah kendisinden razı olsun. Onun, tarîkat ehlinin dilinden düşümediği pek çok yüce kelâmları vardır".
Hakîki müşid
Müşid müctehid değilse, onun müidi iflâh olmaz. Çünkü kendisi uyursa müidi de uyur, kendisi ibâdet ederse müidi de ibadet eder. İnsanlara ibâdeti emreder, kendi ibâdeti ise bâtıldır, onları bâtıldan sakındırır, kendisi bâtıl işlerin peşinden koşar. Böyle yapan bir kimseye gülerler, sözlerine kulak asmazlar.
İnsanlar kendisine gelip "Bize nasîhat et, bir-iki misâl ile bizi irşat et" dediklerinde onlara şöyle derdi:
Kendisi himmete muhtaç bîdede
Nerde kaldı gayrıya himmet ede
Müidin şeyhine karşı tutumu
Müid, şeyhinin huzurunda bulunursa onun emri ile konuşmalıdır. Onun izni olmadan aslâ konuşmamalıdır. Şayet şeyhinin huzurunda bulunmazsa, kalbiyle ondan izin istemelidir. Ancak bu şekilde vuslat makamına ve Allah'a ulaşılabilir. Şeyh, müidinin bu edeplere riâyet ettiğini görünce, onu terbiye eder, terbiye suyundan ona kana kana içirir, ilâhî ve manevî sırlarla kendisini gözetir.
Müşidine karşı güzel edebe riâyet etmek ne büyük saâdet!
Bu edeplere riâyet etmemek ne kötü şekâvet!
Allah gizli olarak ibâdet edeni, gizli-açık her şeye muttali kılar.
Kim istikâmet yolunu tutarsa, her çeşit şüpheden ve ihtilafdan kurtulur.
Kim Rabb'inin huzurunda kalbiyle gaybet âlemine dalarsa, gayâleminde bulunduğu bu müddet içerisinde mükellef tutulmaz. Şehâdet âlemine çıktığı zaman, kaçırdığı ibâdetlerini kazâ eder. Bu, mübtedîlerin yani daha işin başında olanların halidir. Müşid-i kâmillere gelince, bu hüküm onlar için geçerli değildir. Onlar, ibâdetlerini edâ etmek için Allah tarafından serbest bırakılırlar.
Müridlere tavsiye
Her kim şeriatle amel eden, hakîkat ehli, temiz, nâmuslu ve şerefli bir müslüman olmazsa, sulbümden gelen oğlum bile olsa, evlâtlarımdan değildir. Müidlerimden her kim de şeriate, hakîkate, tarîkate, diyânete, kendini maddî-manevi günahlardan korumaya, zühde, veraya ve aza kanaate sımsıkı sarılırsa, en uzak memlekette bile olsa, evlâtlarımdandır.
Bir defasında kendisine "Ne istersin?" diye soruldu,
"Allah Teâlâ ne isterse ben de onu isterim" diye cevap verdi.
Allah'a kulluk eden herkes, gereği gibi bu kulluğun tadını alamaz. Her hizmet eden de gereği gibi âdâbıyla hizmet edemez. Bundan dolayı çoğu müid, gayret etmesine rağmen, bu yolda mesâfe alamadı.
Ey evlatlarım! Size daima Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Zira siz, kurbanlık koç gibi bu dünyayı terketmek zorundasınız.
Ey alev alev ateşin derilerini yakacağı insanlar!
Ey kendileri için bıçağın bilendiği kimseler!
Kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyunuz.
Bütün insanlara karşı şefkat ve merhamet
Bir kimse bütün insanları sevmedikçe, onlara karşı şefkatli davranmadıkça ve onların ayıplarını örtmedikçe kâmil bir insan olamaz. Bunlara dikkat etmeyen ve kâmil olduğunu iddia eden kimse yalancıdır.
Hiçbir kimseyi hareketlerinden, elbisesinden, yemesinden ve içmesinden dolayı kınamayın. Çünkü, şeriatın açıkça nehyettiği yasakları çiğneyenin dışında, kimse kınanamaz, ayıplanamaz. Zira bu kınama yalnızlığa, yalnızlık da kulun, Rabb'inin lütfundan uzak kalmasına sebep olur.
İnsanlar kısımlara ayrılırlar:
1) Yola yeni girmiş olanlar (mübtedî),
2) Seçkin (hâss) kullar,
3) Seçilmişlerin seçilmişi olan (havâssulhâs) kullar
4) Allah'a vâsıl olanlar.
Yüce Allah bazı insanlara, bazıları sebebi ile rahmet eder.
Bu yolda kuvvetli ile zayıf yarışamaz.
Allah'ın veli kulları bazen yağmur gibidir, bu onların merhametli olduklarını gösterir; bazen de kılıç gibidir, bu da onların gazap taraflarının olabileceğine işaret eder. Bundan dolayı bir Allah dostu yüzünüze güldüğü zaman ona karşı saygıyı terkedip şımarmayın, ciddiyet ve edebinizi muhafaza edin.
Şeriat-Hakîkat
Şeriat kök, hakîkat ise onun dalıdır. Şeriat meşru olan bütün ilimleri içerisinde toplar. Hakîkat ise gizli ilimleri câmidir. Bütün makamlar şeriat ve hakikatte gizlidir.
Müid farz, vâcip ve sünneti edâ edecek kadar ilim öğrenmelidir. Bütün işi fesâhat ve belâgatla uğraşmak olmamalıdır. Zira bunlar asıl maksada ulaşmaya mani olabilirler. Buna mukabil müid, sâlihlerin yollarını araştırmalı, onlara uymalı ve zikre devam etmelidir.
Erkeklerden tam erkekler bulunduğu gibi, yarım ve dörtte bir olan erkekler de vardır. Yine onlar arasında kemâle ermiş ve Allah'a ulaşmış olanlar da vardır.
Havâssın tevbesi
Havâssın yani Allah'ın en seçkin kullarının tevbesi, mâsivâyı gönülden çıkarmaktır. Havâss olanlar, tevbe ederek terk ettikleri bir davranış ve söze dönüp bakmazlar. Çünkü onlar, tevbe etmekle içlerine benlik duygusu girmesinden korkarlar. Yine onlar "ben, ben" demekten son derece sakınırlar.
Hülâsa onlar bütün hareketlerini kontrol altında bulundururlar.
Ey müidim! Himmetini cem et, dikkatini topla. Tarîkatı ancak bu yolla tanıyabilirsin. Hangi makamda bulunursan bulun, önüne bir perde gerilebilir, ancak sen bütün bu perdeleri yırtmalısın. Zira Allah'tan başka her şey boştur.
Sen bir kimseden yüz çevirirsen o da senden yüz çevirir. Eğer Allah'tan yüz çevirirsen, Allah da senden yüz çevirir.
Ey oğulcuğum! Beni boş şeylerle meşgul etme. Kalıbından kalbine geç. Ona göre hareket et.
____________
1.Hayatı, TDV İslâm Ansiklopedisi Desûkî maddesinden alınmıştır, c.9, s.212-213.
Seher vakti
Kim seher vakitlerinde kalkar ve istiğfara devam ederse, Allah ona bütün nur pencerelerini açar, yakınlık (kurbiyet) âleminden kendisine manevî lezzetler tattırır, kalbinde mana âlemine ait güneşler ve aylar doğar.
Ey gönlümün yavrusu! Sana söylediklerimi yap ki, kurtulanlardan olasın.
İsm-i azam
Nice insan vardır ki, ism-i a'zamı okur da manasını anlamaz. Halbuki Allah dostlarından biri bir ağaca dokunur da ağaç meyve verirse ancak o ismin hümetine verir, yalçın kayalardan su akarsa ancak onun hümetine akar, vahşî bir hayvan bir Allah dostuna teslim olursa ancak onun hümetine olur, bir velî yağmur ister ve yağmur da yağarsa ancak onun hümetine yağar.
Bir müid Allah'tan başka hatırına gelen her şeyi terketmedikçe, bu yolda mesâfe katedemez.
Ah aradaki perde bir kaldırılsa da a'mâ harf ve zarf olmayan harfi bir okusa, kendisine kapalı olan sırları ve düğmelenmiş düğmeleri bir çözebilse, kilidi bir açabilse!... Şevkim daha ilerisini arzu etse de, istediğim işte bu zâtlardır.
Yaptığı iş ve söylediği söz Allah'ın rızasına uygun olmayan kimseye, tevhid makamı kapalıdır.
Hiçbir velî, makam arzusu dahil, mâsivâyı terketmedikçe Rabb'ine varamaz.
Eğer Rabb'in ile birlikte olmak istersen, bütün insanlar için iç âlemini kötü düşünce ve kötü niyetten temizle.
Azîmet-Ruhsat
Ey oğlum! Şeytanın ruhsatlarla ilgili verdiği fetvâlardan ve azîmetle amel ederken seni ruhsatla amel etmeye sevketmesinden sakın. Çünkü o, ruhsatın meşrû olduğunu fısıldayarak, azgınlığa ve isyana sevkeder. Özellikle şeytan seni mahzurlu şeyelere soktuktan sonra şöyle der: "Bu iş senin için mukadderdir, sen kim oluyorsun ki, her şey Allah'ın elindedir?". Bu sözlerle Allah'ın yolundan saptırmak ister. Eğer onun dediklerini yaparsan külliyyen helâk olursun.
Ey oğulcuğum! Bil ki: Yüce Allah sana ancak Nebî (s.a.v.)'e tâbi olmanı emretti, dünya ve âhirette zarar verecek her şeyi yasakladı. Bütün bunlara rağmen neden hâlâ O'na muhalefet ediyorsun?
İcâzet hakkında
Ey oğulcuğum! Eğer bir kâğıt parçasından ibâret olan olan icâzet ile iktifâ ediyorsan, şunu bil ki, senin icâzetin ancak güzel hâlin ve ihlâsındır. İcâzet almış bir kimse, insanların günahlardan en çok uzak duranı, en çok namaz kılanı, en oruç tutanı ve Allah'ı en çok zikredeni olmalıdır. Kul hizmete devam ettiği müddetçe, Rabb'i onu diğer kullarına tercih eder. İşte hakiki icâzet budur. Eğer şeyhlik iddia eder ve Rabb'ine isyan edersen, Rabb'in sana şöyle der: "Yazıklar olsun sana, haya etmiyor musun, nerde kaldı senin bize yakınlık sözün, bizimle birlikte olabilmek için neden kirli elbiselerini yıkamadın (neden tevbe etmedin)? Ne kadar da mideni haramla doldurmuş, günah işlemek için adımlar atmışsın, beni sevenler saf halinde geceleri geçirirken, ne kadar da uyumuşsun, sen ancak bir iddiacı ve bir yalancısın".
Yolumuzda nefsini meşhur eden, yolumuzun hakkını yerine getirmeyen ve bizimle alay eden herkesin Allah hasmıdır.
Kim bu yolda hâinlik ederse helâk olur. Kim de sözlerimizden ibret almazsa, kervanımızda yüüyemez, bizi hakkıyle bilemez. Biz, evlâtlarımızdan ancak kâmil Hakk yolcusu ve iyi huylu olanları severiz. Böyle olan evlâdımıza sır da veririz.
Ey evlâtlarım! Allah'ınızı severseniz yolumuzu kötülemeyin, bu hakîkatlerle oynamayın, hilekârlık yapmayın, hakk ile bâtılı karıştırmayın, ihlâslı olun ki, kurtulabilesininz. Sizi sevdikçe ve diğer insanlardan sizi seçtikçe siz de bizi üzmeyin, yolumuza kötü söz atmayın. Terbiye ve nasîhat konusunda nasıl size hakkınızı ödüyorsak, siz de dinleyerek ve öğüt alarak bizim hakkımızı yerine getirin. Ben size ancak Rabb'inizin emrettiklerini emrediyorum. Bunlar benim değil, Allah'ın emirleridir. Eğer ahdinizi bozarsanız bilin ki, bu bozduğunuz ahd Allah'ın ahdidir. Bizden sadece icâzet belgesi alma niyetinde iseniz, bizim size ihtiyacımız yoktur. İstediğiniz yere gidebilirsiniz
Karşılıksız irşat
Ey evlâtlarım! Mallarınıza dokunmama, mîrâsınızı almama, ellerinizde bulunan dünyalık ile elbisemi kirletmeme konusunda Allah'a bey'at ettim. Dinleyiniz ve itaat ediniz. Mallarınız konusunda benden ve cemaatim içerisinde ihlâslı olanlardan emin olabilirsiniz. Allah'tan, diğer evlâtlarımın da ihlâslı olmasını istiyorum. Onlar da böyle ihlâslı olurlarsa kardeşlerine şefkatte ve nasîhatte bulunurlar, mallarına da dokunmazlar
Her kim ölümünün itaat üzere olmayacağını ümit ederse helâk olmuştur. Zira bütün taatlarımız Allah'ın ihsanı cümlesindendir. Bizim ortada hiçbir katkımız yoktur.
Ey oğulcuğum! İnsanların ve cinlerin ameli kadar amelin olsa bile "ben" demekten sakın, zira Allah ben iddiasında bulunanları acz içerisinde bırakır. Benlik davasında isen maddî-manevî derecen düşer, bunu unutma.
Halvet
Bir yolunu bulsaydık, insanların gözünden kaybolmak için, halvete girerdik. Zira zamanımızda kalpler hasta, ciğerler parça parçadır. Dedi-kodunun çoğaldığı bu zamanda sığınılacak ve kaçacak yer lâzımdır. Fakat bu zamanın insanları ile bizi imtihan eden Allah işlerimizi düzenliyor, sonsuz güç ve kudretiyle yardımını eksik etmiyor.
Her kim nefsini hesaba çekmekten gâfil olursa telef olur, eğer nefsini hesaba çekmekte acele etmezse hezimete uğrar.
Allah Teâlâ bir velî kulunu belâ ile imtihan ederse, onu mânâ erleri derecesine yükseltmek ister. Eğer Allah dostu sabreder, kızmaz, yumuşak huylu, cömert ve affedici olursa Allah onu daha yüksek derecelere yükseltir. Bunlara riâyet etmezse onu bulunduğu yerde bırakır, derecesini yükseltmez.
Kerâmet
Allah'a âsî olmayan bir insan kerâmet eseri olarak vahşî hayvanların sırtında gezmeye başlasa, onun bu hareketi Allah'ın rızasına uygun degildir. Bundan dolayı bu hayvanlar, o insanı sımsıkı yakalayıp eziyet etmek için, Allah'ın kendilerine kuvvet vermesini isterler. Bu insan kuşlara ve vahşî hayvanlara uğrasa bu hayvanlar onu görmekten Allah'a sığınırlar, suya uğrasa su da bu insanın kendisinden içmesini istemez, hülâsa her şey ondan kaçar, Allah'a iltica eder.
Ümmet-i muhammede kılıç çeker ve harbelerinizi onların kanı ile kirletirseniz, Allah'ın sizin için ekin bitirmesini ve mememlerin süt vermesini nasıl talep edebilirsiniz?
Bir Allah dostu Allah'a yönelişinde sadâkat üzere devam ederse, artık ona buğz eden sevmeye, onunla ilişkide bulunmayan kendisini ziyaret etmeye ve ondan hoşlanmayan övmeye başlar. Ama mücrim ve münâfik hâlâ onu sevmemeye devam eder.
Günlük dersi terketmek
Bir müid bir gün virdini bırakırsa Allah da o gün ona yardımını keser.
Ey evlâtlarım! Biliniz ki: Yolumuz hakîkate erme, tasdîk, doğru sözlülük, çalışma, amel, maddî-manevî temizlik, gözleri haramdan sakınma, eli, edep yerini ve dili koruma yoludur. Her kim bunlara riâyet etmezse, istese de istemese de yolumuz onu reddeder.
Kur'an'ı ezberlemek ve hükmü ile amel etmek
Ey Kur'an'ı ezberlemiş olan Kur'an hâmili! Onunla amel etmiyorsan sırf ezberlemekle sevinme. Zira Allah (c.c.) "Tevrat'ı ezberleyip içindekilerle amel etmeyenlerin durumu, kitapları yüklenmiş merkeplerin durumu gibidir" (Cuma, 62/5) buyurmaktadır. Sen, Kur'an'da bulunan bütün hükümlerle amel etmedikçe merkep olmaktan kurtulamazsın ve onda bulunan bütün harfler aleyhinde şâhitlik eder.
Ey evlâtlarım! Bu kadar aldanma, aldatma, oyun, eğlence, cehâlet, hevâ, iftirâ, cimrilik, sözünde durmama, yanılgı, unutma, gaflet, hata, günah, yalan, bıkkınlık nedendir? Nice nasîhatlar dinlersiniz, ibret alıp düzelmezsiniz. Sanki ölüler gibi olmuşsunuz.
Eğer Hakk Teâlâ hazretleri kalplerinizdeki kilidi açsaydı, Kur'an'daki hayret uyandıran hususları, hikmetleri, manaları ve ilimleri anlar, onun dışındakilerden müstağnî olurdunuz. Çünkü mevcûdatla ilgili bütün hususlar onda yazılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurur: " Biz bu Kitap'ta hiç bir şeyi eksik bırakmadık" (En'âm, 6/38). Allah her kime bu Kitap hakında bir anlayış verirse her harfin manasını, sebebini, sıfatını da kendisine öğretir. Bu kimse bu harflerle ulvî ve süflî âlemlere ait bilgilerin yanında Arş, Küsü, semâ, su, yıldızlar, hava ve yeryüzü ile ilgili ilimleri de öğrenir.
Şeriata ve Kitab'a tâbi olan kimse eğer emir ve yasaklara vâkıf ise anlayışı da hakîki olur. O bu hakîki anlayışı ile bütün müşkülleri çözer, bütün rumuzları halleder ve bütün kapalılıkları açar. Ama onun anlayışı sadece söz ezberlemek ve bazı zâtların makamını öğrenmekten ibaret ise, bu hakîki anlayış sayılmaz; aksine hakîki anlayışa ve hakîki ilimleri öğrenmeye perde olur. Bütün işi sadece laf üetmekten ibaret olan kimse anlayan, amel eden ve irfan lisânı ile konuşan kimse gibi değildir. Müşâhede makamına ulaşan bir çok insan vardır ki, kendisinden o makamın anlatılması istendiğinde anlatamaz, o ancak yaşanır.
Bütün bunlardan kastım tüm evlâtlarımın laf üeten değil, tadan ve hakîkatı yaşayan kimseler olmaları; ilimleri sadırlardan ve satırlardan değil, rabbânî kaynaktan almalarıdır. Çünkü Allah dostları ancak tattıkları şeyleri söylerler. Onların kalpleri Allah'ın lütfu ve ihsanı ile doludur. O kalplerden âb-ı hayat damlaları akar. İşte, Allah dostlarının ilimleri bütün ilimlerin kaynağı olan ilâhî kaynaktan gelir.
Laf üetene gelince o sadece başkasından hikâye eder, Allah dostlarının yaşadığı zevkten bir nokta veya bir zerre istifâde edemez. Ona şöyle nidâ idilir: "Bu o kimsedir ki, bu aldanma dünyasında kabukla (kışırla) yetindi, halbuki biz öyle insanlar gördük ki, testere ile biçilseler bile ulaşamadıkları makamları aslâ anlatmazlardı".
Tasavvuf konusunda söz söylemek
Ey evlâtlarım! Size birisi tasavvuf, marifet ve muhabbetten sorarsa, Allah dostlarınınki gibi işleriniz düzgün olmadıkça ona dilinizle cevap vermeyiniz. Sizden biriniz dînî emirleri yerine getirip amelde de sâdık olduğu zaman, dili faydalı şeyler söylemeye başlar. İşte bu onun sadâkatinin bir semeresidir. Kim özünde ve sözünde dosdoğru ve ihlâslı olduğunu iddia edip de kendisinde edeb ve tevâzuun semeresi görülmezse yalancıdır, ameli riyâ ve gösteriştir. Onun bu kötü ameli, kendisi istese de istemese de ancak kibir, ucub, nifak ve kötü ahlâka sebep olur. Allah muhafaza buyursun.
Tasavvuf sadece yün giymekten ibaret değildir. Yün, belki tasavvufun alâmetlerinden biridir. Tasavvufun asıl önemli yönü, tasavvuf ehlinin, tasavvufun ince noktalarına ve güzelliklerine uymasıdır. Bu da hemen olmaz, tedrîcen olur. Sûfi, tasavvufun hakîkatına ulaştığı zaman, sert elbise giyemez. Çünkü o, letâfet makamına ulaşmış, iç âlemine dönmüştü. Onun için ayrılık da bitmiştir.
Müid ise böyle değildir. O, nefsini terbiye etmek ve onu Mevlâ'ya boyun eğdirmek için, sert elbise giyebilir, lâtif olmayan gıdalardan yiyebilir. Böylece müid yüksek makamlara hazırlık yapmış olur. Manevî perde inceldikce, elbise de incelmeye başlar.
Hakiki müşidin özellikleri
Allah dostunda haset, gıybet, isyan, aldatma, kendini beğenme, gösteriş, başkalarının önünde eğilme, yalan, kibir, ucub, şımarıklık, övünme, boş söz, nefsin gayr-ı meşrû isteklerine uyma, meclislerde en önde oturma, kendinin de var olduğunu gösterme, münakaşa, başkalarını imtihan etme, onların noksanlarını söyleme, sû-i zanda bulunma gibi hususlar bulunmaz. O güzel ve gösterişli elbise giyen kimseler hakkında kötü zanda bulunmaz, bu yolda hırka giyerek kendini belli edeni ayıplamaz. Ancak bilerek şeriata muhâlefet edenler olursa onlara karşı ilgisiz de değildir.
Allah'ın velî kulu mahlûkâtın kendisine hümet etmesine, ona saygı duymasına, onun için ayağa kalkıp oturmasına, onu kabul veya reddetmesine ve buna benzer zâhirî hallere iltifat etmez. O, yalnız Allah Teâlâ'dan gelecek iltifatı ister.
Muhabbet
Sen ve ben maddî olarak bir araya gelmekle muhabbet oluşmaz. Muhabbet ancak, ruhlarımızın cesetlerimiz ile tek mizac haline gelip kaynaşmasıyla oluşur.
Allah dostlarından hiçbiri bid'at ehli değildir. Onlar edep konusunda sadece Allah Rasûlü (s.a.v.)'i takip ederler. O da bu edebi Kur'an-ı Kerîm'den almıştır. Bir edep kuralı olarak Kur'an'da şöyle buyrulur: "Ey Mü'minler! Sizin eviniz olmayan evlere izin alıp ev halkına selâm vermeden girmeyin" (Nûr, 24/27). İşte Allah dostları bir yere gittikleri zaman üç defa izin isterler. Şayet kendilerine izin verilirse girerler, aksi halde dönüp giderler.
Toplu halde bulunmanın tehlikeler
Bizden önce gelip geçmiş zâtlar, toplu halde bulunmanın tehlikelerinden korkarlar ve bundan dolayı uzleti tercih ederlerdi. Ancak Cuma namazı için dışarı çıkarlardı. Bir de hiçbir riyâ, yersiz münakaşa, ucub ve aldatmanın bulunmadığı ilim meclislerine katılırlardı. Zamanımızda kötü hasletlerden sakınan azdır. Sen, Allah Teâlâ'nın vâcip kıldıklarını öğrendikten sonra yalnızlığı tercih et.
Daha sonra Düsûkî hazretleri hicrî yedinci asrın bazı tehlikelerine dikkat çekerek şöyle der:
Ey yavrucuğum! İnsanların çoğunun Allah'ın şeriatına zarar verdiği ve hakîki muhabbeti bid'at saydığı bir asırda bulunuyorsun. Bu insanlar Allah'ın lütuf ve ihsanlarını, mu'cizevî fiillerini bilmiyor, lütuf ve ihsan kapısının kapandığına inanıyorlar. Kim buna inanırsa Allah'ın irâdesine karşı çıkmış olur, bundan Allah'a sığınırız. Bundan dolayı Allah dostlarının böyle kimselerden uzak durması lâzımdır.
Allah dostlarının kıymetini bilememek cehâlet ve basîretsizliktir. Allah'ın sevgili kulları hakkında kötü söz söylenemez. Bir müslümanın onları reddetmesi aslâ düşünülemez.
Bir defasında Cüneyd (r.a.)'a şöyle dendi: "Bazı evliyâullah vecd hali gösteriyor ve öteye-beriye sallanarak yüüyorlar. Onlar hakkında ne dersiniz?" Bu soruya o şöyle cevap verdi: "Onları kendi haline bırak, Allah ile rahata kuvuşsunlar. Şeriatın açıkça yasakladığı hususlar hariç onların bu hallerini kınama. Dikkat et! Bu yol onların ciğerlerini parçalamış, sa'y ve gayret kendilerini yormuş ve bir çok zorluklara katlanmışlardır. İçerisinde bulundukları halleri aşmak için böyle yaparlar. Bunda da bir mahzur yoktur".
Ey Kardeşim! Sen onların tattıklarını tatsaydın, bağırmalarını ve elbiselerini yırtmalarını mazur görüdün. Allah'tan dileğim odur ki, bütün evlâtlarımı doğru yola iletsin. Çünkü o, herşeyi işiten ve dualara karşılık verendir.
Allah dostlarının ahlâkını öğrenmemek mahrumiyete sebep olur. Onlara karşı edebe riâyet etmemek ise helâke götüü. Allah'ın rahmet kapısı açıktır ve hiç bir zaman kapanmamıştır. Allah dostları daima Allah'ın rahmet kapısında durup yalvarırlar.
Tefsir ilmi
En sağlam tefsir selef-i sâlihînden rivâyet edilen tefsirdir. Sağlam olmayan tefsir de her asırda değişen tefsirdir. Şayet mecbur kalmasaydık ancak selef-i sâlihînden rivâyet edilen tefsiri naklederdik.
Bir âyet hakkında kalbimize bir şüphe geldiği zaman, Rabb'imizin kapısına müacaat eder, ondan izin alır, bu kelâmından muradının ne olduğunu sorar ve bize bildirdiği kadarıyla konuşuruz.
Sözün özü şudur: Bize teslimiyet göterin, kurtulursunuz. Biz ancak Allah'tan aldığımız ilmi söyleriz. Çünkü ilim O'nundur.
Rubûbiyet feyzi taştığı zaman kul fazla gayrete ihtiyaç duymaz.
Gayret sarfeden kimse, manevî âleme ait sayfalardaki ilâhî sırları okumadıkça, eksiktir. Ancak Yüce Allah, bu eksik kuluna, ilmiyle âmil olmayana vermediği hikmetler verir. İşte Allah dostlarının arzusu da bundan başka bir şey değildir. Onlar, marifet ilmini elde ettikleri zaman, zahmet çekmeden onunla her şeyi tanırlar, aradan perde kaldırılır.
Ancak Allah isterse marifet bilgisini alır. Bundan da Allah'a sığınırız.
Kim fâni dünyada fenâ makamına ererse, bâki âlemde sonsuza kadar yaşar. Fâni dünyanın Hakk'a vâsıl olmada bir perde olduğu bilinmelidir. Bâtıl yolda fâni olunmamalıdır. Bazıları fenâ haline Mûsa (a.s.)'ın Sina dağında fâni oluşunu misal verirler .1
Şefkat ve merhamet
Kim Allah'ın yarattıklarına şefkatli davranmazsa, Allah dostu olamaz. Rivâyete göre Mûsâ (a.s.) koyun güderdi. Fakat koyunlardan hiç birine bir değnek bile vurmadı, onları aç bırakmadı, eziyet de etmedi. Allah Teâlâ da onu İsrailoğullarına peygamber olarak gönderdi, onunla konuştu. Mûsâ (a.s.) peygamberliğinden sonra da çobanlığa devam etti ve milletini bir çok kötülüklerden korudu.
Başka söze hacet yok; kim Allah'ın yarattıklarını aziz tutar, onlara şefkatle muamele ederse, Hakk ehlinin ulaştığı derecelere ulaşır.
Müşidin lüzûmu
Eğer insanlar tamamiyle kötülüklerden vazgeçseler ve Allah'ın emri altına girselerdi, şeyhlere ihtiyaç duyulmazdı. Fakat onlar bu yola bir çok illet ve hastalıkla girdiler, manevî bir hekime ihtiyaç duydular.
Bir kimse huzuruna gelip bu yola girmeye karar verince ona şöyle derdi:
Ey falan! Senden, Allah'ın Kitab'ına, Hz. Peygamber'in Sünnet'ine tabi olmanı, namaz kılmanı, oruç tutmanı, haccetmeni, bütün emirlere uymanı ve güzel işlere sarılmanı, söz, fiil ve itikat olarak Allah'a itaatla meşgul olmanı istiyorum.
Ey oğulcuğum! Dünyanın süsüne, bineklerine, giyim-kuşamına ve hazzına bakma. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ahlâkına tâbi ol. Eğer buna muktedir değilsen müşidine tabi ol. Bunu da yapmazsan helâk olursun.
Ey yavrucuğum! Bil ki, tevbe ne kitap sahifelerinde yazıldığı gibidir, ne de amelsiz sözden ibarettir. Tevbe, ölünceye kadar, yaptıklarını bir daha yapmamaya kesin azmetmektir. Bundan dolayı ey oğlum! Karanlık gecelerde ayaklarını sağlam yere bas, boş işlerle uğraştığın halde kendini tarîkat ehli sanma. Bu yol alay etme ve eğlenme yolu değildir. Unutma ki, alay edenle, alay edilir.
Şeyhlik pâyesi
Bir gün Düsûkî hazretlerine bir derviş gelir ve kendisine şeyhlik pâyesi verilmesini ister. Düsûkî (k.s.) bu zâta bakıp şöyle der:
Ey oğulcuğum! Şeyhlik pâyesi ancak uzun müddet çalışan, bu yolda yorulan, bütün işlerinde ihlâslı olan, Allah dostlarının işaretlerindeki manaları sezen, onların hallerine ait haberleri gözeten, yine onların hareketlerinde, duruşlarında, yolculuklarında, halvet ve celvet hallerinde maksatlarını anlayan kimselere verilir. Eğer sâdık bir insan isen utanılacak işler yapma, oyun ve eğlence ile meşgul olma, çocuk gibi davranma.
Kulun kalpten değil de sadece dil ile tevbe ittim demesi tevbe değildir. Kitap yazmak ve bilgi toplamakla da tevbe olmaz. Tevbe, kulun bütün kâinattakileri tevbesinda anması, Mevlâsından başka her şeyi kalbinden çıkarmasıdır. Bu söylenenler bir Hakk yolcusunda bulunursa, Allah dostlarının ulaştığı makamlara ulaşması mümkün olur.
Allah dostlarının yoluna yeni girenler
Bu yola yeni girenin gıdası açlık, yağmuru gözyaşı, ihtiyacını arzedeceği yer Allah Teâlâ'dır. Bu mübtedî zayılayıncaya kadar oruç tutar, böylelikle kalbine incelik girer, kalp gözü açılır, kulağındaki manevî ağırlık kalkar. Bundan sonra o, Kur'an'ı ve onun öğütlerini hem kulak, hem de kalp ile duyar. Buna mukabil kim boş sözler konuşur, ruhsatların peşinde koşar, haddinden fazla yer, içer ve uyur ve "bunları yapanı kimse kınayamaz" derse, ondan hayır gelmez.
Yolumuzda şiddetli deniz dalgaları, ateş, açlık ve yorgunluk gibi bir çok zorluklar bulunmaktadır. Bu yol, manasız ve maksatsız değildir, Allah'a ulaşma yoludur.
Şunu söylemek gerekir ki, maalesef evlâtlarımdan bir tanesini bile hakîki manada, Allah dostlarının izlerini takip ettiğini ve kendilerine sır verilecek kadar derece katettiklerini göremedim. Bu aldatıcı zamanın şerrinden, bütün güç ve kuvvet elinde olan Allah'a sığınırım.
Kısa Hayatı
Hicrî 633'te aşağı Mısır'da doğdu. Ömrünün çoğunu orada geçirdi ve bundan dolayı Düsûkî diye tanındı. Babası Ebü'l-Mecd Abdülaziz, Rifâî tarîkatında önemli bir mevki sahibi idi. Şeceresi Zeynelâbidin, Hz. Hüseyin ve Hz. Fatıma ile Hz. Peygamber'e ulaştığı için, seyyittir.
İbrâhim Düsûkî eğitimine Düsûk'ta başladı; Kur'an'ı ezbeledi; Şafiî fıkhında derinleşti, fakîh oldu. Sonra babasından Rifâiyye hırkasını giydi. Daha sonra Sühreverdî şeyhlerinden Necmeddin Isfahanî'ye intisap etti. Şâzeliyye tarîkatına da bağlıydı.
Düsûkî hazretleri mutasavvıflar tarafından dört büyük kutuptan biri kabul edilir. Diğer üçü ise Abdülkadir Geylânî, Ahmed er-Rifâî ve Ahmed el-Bedevî'dir. İbrâhim Düsûkî yirmi yıl kadar halvethânesinde mücâhede ve tefekküle meşgul oldu. Halvethâneden ancak babasının cenaze namazını kılmak için çıktı. Tekrar buraya dönmek istediyse de dostlarının recâsı üzerine vazgeçti.
Hicrî 676 yılında kırk üç yaşında iken vefât etti, kendisinden sonra vazifeyi kardeşi Şeyh Mûsâ'ya devretti, o da Düsûkî'nin yolunu bir tarikat haline getirdi. Vefât ettiğinde halvethanesine defnedildi.1
Düsûkî hazretleri şeriata çok bağlı idi. "Müidin her konuda şeyhine bağlı olması gerektiği gibi, şeyhin de müidine evlâdı gibi muamele etmesi gerekir" derdi. Helâl yemeye, hak-hukûku gözetmeye ve şeriatın hükümlerine bağlı kalmaya büyük önem verirdi. Şeriatla hakîkatı, zâhirle bâtını birleştirmenin gerekli olduğunu söylerdi. Hakikatı, tasvir ve ifâde olarak değil, zevk ve yaşama olarak kabul ederdi.
Düsûkî hazretlerinin esrarengiz yönleri de vardı. Nitekim onun Süyânî, İbrânî, ve eski Mısır dillerini bildiği, hayvanların ve kuşların lisanından anladığı rivâyet edilir. İmam Şarânî (k.s.), et-Tabakâtü'l-kübrâ adlı eserinde onun hangi dille yazıldığı belli olmayan bir kaç mektubunu nakletmektedir .
İmam Şarânî bu büyük zâtı şu sözleriyle metheder:
"Himmete muhtaç olanların şeyhlerinden ve mukarrabînin önde gelenlerinden idi. Açık kerâmetleri vardı. Üstün basîret ve makama, yüce himmetlere, büyük rutbelere, melekûtî sırlara ve ulvî kelamlara sahipti.
O marifet ilminde yüksek dereceye, hakîkat ilminde üstün makama, yüce âlemde büyük rutbeye, kaynak ilimlerde güçlü bir bilgiye, tasarrufta büyük yetkiye, âyetlerin hakîki manalarını çözmede keşfe, müşâhede âlemine ait sırları anlamada kat kat bilgiye sahipti.
O, Yüce Allah'ın yarattığı müstesnâ bir insandı. Allah onu adetâ insanlara rahmet olarak yaratmış; gerek avâm, gerek havâs herkese sevdirmiş, kendisine tasarruf yetkisi ve velâyet sırrı vermiş, bütün gözleri ona çevirmiş, marifet ilmiyle kendisini konuşturmuştur. Allah kendisinden razı olsun. Onun, tarîkat ehlinin dilinden düşümediği pek çok yüce kelâmları vardır".
Hakîki müşid
Müşid müctehid değilse, onun müidi iflâh olmaz. Çünkü kendisi uyursa müidi de uyur, kendisi ibâdet ederse müidi de ibadet eder. İnsanlara ibâdeti emreder, kendi ibâdeti ise bâtıldır, onları bâtıldan sakındırır, kendisi bâtıl işlerin peşinden koşar. Böyle yapan bir kimseye gülerler, sözlerine kulak asmazlar.
İnsanlar kendisine gelip "Bize nasîhat et, bir-iki misâl ile bizi irşat et" dediklerinde onlara şöyle derdi:
Kendisi himmete muhtaç bîdede
Nerde kaldı gayrıya himmet ede
Müidin şeyhine karşı tutumu
Müid, şeyhinin huzurunda bulunursa onun emri ile konuşmalıdır. Onun izni olmadan aslâ konuşmamalıdır. Şayet şeyhinin huzurunda bulunmazsa, kalbiyle ondan izin istemelidir. Ancak bu şekilde vuslat makamına ve Allah'a ulaşılabilir. Şeyh, müidinin bu edeplere riâyet ettiğini görünce, onu terbiye eder, terbiye suyundan ona kana kana içirir, ilâhî ve manevî sırlarla kendisini gözetir.
Müşidine karşı güzel edebe riâyet etmek ne büyük saâdet!
Bu edeplere riâyet etmemek ne kötü şekâvet!
Allah gizli olarak ibâdet edeni, gizli-açık her şeye muttali kılar.
Kim istikâmet yolunu tutarsa, her çeşit şüpheden ve ihtilafdan kurtulur.
Kim Rabb'inin huzurunda kalbiyle gaybet âlemine dalarsa, gayâleminde bulunduğu bu müddet içerisinde mükellef tutulmaz. Şehâdet âlemine çıktığı zaman, kaçırdığı ibâdetlerini kazâ eder. Bu, mübtedîlerin yani daha işin başında olanların halidir. Müşid-i kâmillere gelince, bu hüküm onlar için geçerli değildir. Onlar, ibâdetlerini edâ etmek için Allah tarafından serbest bırakılırlar.
Müridlere tavsiye
Her kim şeriatle amel eden, hakîkat ehli, temiz, nâmuslu ve şerefli bir müslüman olmazsa, sulbümden gelen oğlum bile olsa, evlâtlarımdan değildir. Müidlerimden her kim de şeriate, hakîkate, tarîkate, diyânete, kendini maddî-manevi günahlardan korumaya, zühde, veraya ve aza kanaate sımsıkı sarılırsa, en uzak memlekette bile olsa, evlâtlarımdandır.
Bir defasında kendisine "Ne istersin?" diye soruldu,
"Allah Teâlâ ne isterse ben de onu isterim" diye cevap verdi.
Allah'a kulluk eden herkes, gereği gibi bu kulluğun tadını alamaz. Her hizmet eden de gereği gibi âdâbıyla hizmet edemez. Bundan dolayı çoğu müid, gayret etmesine rağmen, bu yolda mesâfe alamadı.
Ey evlatlarım! Size daima Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Zira siz, kurbanlık koç gibi bu dünyayı terketmek zorundasınız.
Ey alev alev ateşin derilerini yakacağı insanlar!
Ey kendileri için bıçağın bilendiği kimseler!
Kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyunuz.
Bütün insanlara karşı şefkat ve merhamet
Bir kimse bütün insanları sevmedikçe, onlara karşı şefkatli davranmadıkça ve onların ayıplarını örtmedikçe kâmil bir insan olamaz. Bunlara dikkat etmeyen ve kâmil olduğunu iddia eden kimse yalancıdır.
Hiçbir kimseyi hareketlerinden, elbisesinden, yemesinden ve içmesinden dolayı kınamayın. Çünkü, şeriatın açıkça nehyettiği yasakları çiğneyenin dışında, kimse kınanamaz, ayıplanamaz. Zira bu kınama yalnızlığa, yalnızlık da kulun, Rabb'inin lütfundan uzak kalmasına sebep olur.
İnsanlar kısımlara ayrılırlar:
1) Yola yeni girmiş olanlar (mübtedî),
2) Seçkin (hâss) kullar,
3) Seçilmişlerin seçilmişi olan (havâssulhâs) kullar
4) Allah'a vâsıl olanlar.
Yüce Allah bazı insanlara, bazıları sebebi ile rahmet eder.
Bu yolda kuvvetli ile zayıf yarışamaz.
Allah'ın veli kulları bazen yağmur gibidir, bu onların merhametli olduklarını gösterir; bazen de kılıç gibidir, bu da onların gazap taraflarının olabileceğine işaret eder. Bundan dolayı bir Allah dostu yüzünüze güldüğü zaman ona karşı saygıyı terkedip şımarmayın, ciddiyet ve edebinizi muhafaza edin.
Şeriat-Hakîkat
Şeriat kök, hakîkat ise onun dalıdır. Şeriat meşru olan bütün ilimleri içerisinde toplar. Hakîkat ise gizli ilimleri câmidir. Bütün makamlar şeriat ve hakikatte gizlidir.
Müid farz, vâcip ve sünneti edâ edecek kadar ilim öğrenmelidir. Bütün işi fesâhat ve belâgatla uğraşmak olmamalıdır. Zira bunlar asıl maksada ulaşmaya mani olabilirler. Buna mukabil müid, sâlihlerin yollarını araştırmalı, onlara uymalı ve zikre devam etmelidir.
Erkeklerden tam erkekler bulunduğu gibi, yarım ve dörtte bir olan erkekler de vardır. Yine onlar arasında kemâle ermiş ve Allah'a ulaşmış olanlar da vardır.
Havâssın tevbesi
Havâssın yani Allah'ın en seçkin kullarının tevbesi, mâsivâyı gönülden çıkarmaktır. Havâss olanlar, tevbe ederek terk ettikleri bir davranış ve söze dönüp bakmazlar. Çünkü onlar, tevbe etmekle içlerine benlik duygusu girmesinden korkarlar. Yine onlar "ben, ben" demekten son derece sakınırlar.
Hülâsa onlar bütün hareketlerini kontrol altında bulundururlar.
Ey müidim! Himmetini cem et, dikkatini topla. Tarîkatı ancak bu yolla tanıyabilirsin. Hangi makamda bulunursan bulun, önüne bir perde gerilebilir, ancak sen bütün bu perdeleri yırtmalısın. Zira Allah'tan başka her şey boştur.
Sen bir kimseden yüz çevirirsen o da senden yüz çevirir. Eğer Allah'tan yüz çevirirsen, Allah da senden yüz çevirir.
Ey oğulcuğum! Beni boş şeylerle meşgul etme. Kalıbından kalbine geç. Ona göre hareket et.
____________
1.Hayatı, TDV İslâm Ansiklopedisi Desûkî maddesinden alınmıştır, c.9, s.212-213.
Seher vakti
Kim seher vakitlerinde kalkar ve istiğfara devam ederse, Allah ona bütün nur pencerelerini açar, yakınlık (kurbiyet) âleminden kendisine manevî lezzetler tattırır, kalbinde mana âlemine ait güneşler ve aylar doğar.
Ey gönlümün yavrusu! Sana söylediklerimi yap ki, kurtulanlardan olasın.
İsm-i azam
Nice insan vardır ki, ism-i a'zamı okur da manasını anlamaz. Halbuki Allah dostlarından biri bir ağaca dokunur da ağaç meyve verirse ancak o ismin hümetine verir, yalçın kayalardan su akarsa ancak onun hümetine akar, vahşî bir hayvan bir Allah dostuna teslim olursa ancak onun hümetine olur, bir velî yağmur ister ve yağmur da yağarsa ancak onun hümetine yağar.
Bir müid Allah'tan başka hatırına gelen her şeyi terketmedikçe, bu yolda mesâfe katedemez.
Ah aradaki perde bir kaldırılsa da a'mâ harf ve zarf olmayan harfi bir okusa, kendisine kapalı olan sırları ve düğmelenmiş düğmeleri bir çözebilse, kilidi bir açabilse!... Şevkim daha ilerisini arzu etse de, istediğim işte bu zâtlardır.
Yaptığı iş ve söylediği söz Allah'ın rızasına uygun olmayan kimseye, tevhid makamı kapalıdır.
Hiçbir velî, makam arzusu dahil, mâsivâyı terketmedikçe Rabb'ine varamaz.
Eğer Rabb'in ile birlikte olmak istersen, bütün insanlar için iç âlemini kötü düşünce ve kötü niyetten temizle.
Azîmet-Ruhsat
Ey oğlum! Şeytanın ruhsatlarla ilgili verdiği fetvâlardan ve azîmetle amel ederken seni ruhsatla amel etmeye sevketmesinden sakın. Çünkü o, ruhsatın meşrû olduğunu fısıldayarak, azgınlığa ve isyana sevkeder. Özellikle şeytan seni mahzurlu şeyelere soktuktan sonra şöyle der: "Bu iş senin için mukadderdir, sen kim oluyorsun ki, her şey Allah'ın elindedir?". Bu sözlerle Allah'ın yolundan saptırmak ister. Eğer onun dediklerini yaparsan külliyyen helâk olursun.
Ey oğulcuğum! Bil ki: Yüce Allah sana ancak Nebî (s.a.v.)'e tâbi olmanı emretti, dünya ve âhirette zarar verecek her şeyi yasakladı. Bütün bunlara rağmen neden hâlâ O'na muhalefet ediyorsun?
İcâzet hakkında
Ey oğulcuğum! Eğer bir kâğıt parçasından ibâret olan olan icâzet ile iktifâ ediyorsan, şunu bil ki, senin icâzetin ancak güzel hâlin ve ihlâsındır. İcâzet almış bir kimse, insanların günahlardan en çok uzak duranı, en çok namaz kılanı, en oruç tutanı ve Allah'ı en çok zikredeni olmalıdır. Kul hizmete devam ettiği müddetçe, Rabb'i onu diğer kullarına tercih eder. İşte hakiki icâzet budur. Eğer şeyhlik iddia eder ve Rabb'ine isyan edersen, Rabb'in sana şöyle der: "Yazıklar olsun sana, haya etmiyor musun, nerde kaldı senin bize yakınlık sözün, bizimle birlikte olabilmek için neden kirli elbiselerini yıkamadın (neden tevbe etmedin)? Ne kadar da mideni haramla doldurmuş, günah işlemek için adımlar atmışsın, beni sevenler saf halinde geceleri geçirirken, ne kadar da uyumuşsun, sen ancak bir iddiacı ve bir yalancısın".
Yolumuzda nefsini meşhur eden, yolumuzun hakkını yerine getirmeyen ve bizimle alay eden herkesin Allah hasmıdır.
Kim bu yolda hâinlik ederse helâk olur. Kim de sözlerimizden ibret almazsa, kervanımızda yüüyemez, bizi hakkıyle bilemez. Biz, evlâtlarımızdan ancak kâmil Hakk yolcusu ve iyi huylu olanları severiz. Böyle olan evlâdımıza sır da veririz.
Ey evlâtlarım! Allah'ınızı severseniz yolumuzu kötülemeyin, bu hakîkatlerle oynamayın, hilekârlık yapmayın, hakk ile bâtılı karıştırmayın, ihlâslı olun ki, kurtulabilesininz. Sizi sevdikçe ve diğer insanlardan sizi seçtikçe siz de bizi üzmeyin, yolumuza kötü söz atmayın. Terbiye ve nasîhat konusunda nasıl size hakkınızı ödüyorsak, siz de dinleyerek ve öğüt alarak bizim hakkımızı yerine getirin. Ben size ancak Rabb'inizin emrettiklerini emrediyorum. Bunlar benim değil, Allah'ın emirleridir. Eğer ahdinizi bozarsanız bilin ki, bu bozduğunuz ahd Allah'ın ahdidir. Bizden sadece icâzet belgesi alma niyetinde iseniz, bizim size ihtiyacımız yoktur. İstediğiniz yere gidebilirsiniz
Karşılıksız irşat
Ey evlâtlarım! Mallarınıza dokunmama, mîrâsınızı almama, ellerinizde bulunan dünyalık ile elbisemi kirletmeme konusunda Allah'a bey'at ettim. Dinleyiniz ve itaat ediniz. Mallarınız konusunda benden ve cemaatim içerisinde ihlâslı olanlardan emin olabilirsiniz. Allah'tan, diğer evlâtlarımın da ihlâslı olmasını istiyorum. Onlar da böyle ihlâslı olurlarsa kardeşlerine şefkatte ve nasîhatte bulunurlar, mallarına da dokunmazlar
Her kim ölümünün itaat üzere olmayacağını ümit ederse helâk olmuştur. Zira bütün taatlarımız Allah'ın ihsanı cümlesindendir. Bizim ortada hiçbir katkımız yoktur.
Ey oğulcuğum! İnsanların ve cinlerin ameli kadar amelin olsa bile "ben" demekten sakın, zira Allah ben iddiasında bulunanları acz içerisinde bırakır. Benlik davasında isen maddî-manevî derecen düşer, bunu unutma.
Halvet
Bir yolunu bulsaydık, insanların gözünden kaybolmak için, halvete girerdik. Zira zamanımızda kalpler hasta, ciğerler parça parçadır. Dedi-kodunun çoğaldığı bu zamanda sığınılacak ve kaçacak yer lâzımdır. Fakat bu zamanın insanları ile bizi imtihan eden Allah işlerimizi düzenliyor, sonsuz güç ve kudretiyle yardımını eksik etmiyor.
Her kim nefsini hesaba çekmekten gâfil olursa telef olur, eğer nefsini hesaba çekmekte acele etmezse hezimete uğrar.
Allah Teâlâ bir velî kulunu belâ ile imtihan ederse, onu mânâ erleri derecesine yükseltmek ister. Eğer Allah dostu sabreder, kızmaz, yumuşak huylu, cömert ve affedici olursa Allah onu daha yüksek derecelere yükseltir. Bunlara riâyet etmezse onu bulunduğu yerde bırakır, derecesini yükseltmez.
Kerâmet
Allah'a âsî olmayan bir insan kerâmet eseri olarak vahşî hayvanların sırtında gezmeye başlasa, onun bu hareketi Allah'ın rızasına uygun degildir. Bundan dolayı bu hayvanlar, o insanı sımsıkı yakalayıp eziyet etmek için, Allah'ın kendilerine kuvvet vermesini isterler. Bu insan kuşlara ve vahşî hayvanlara uğrasa bu hayvanlar onu görmekten Allah'a sığınırlar, suya uğrasa su da bu insanın kendisinden içmesini istemez, hülâsa her şey ondan kaçar, Allah'a iltica eder.
Ümmet-i muhammede kılıç çeker ve harbelerinizi onların kanı ile kirletirseniz, Allah'ın sizin için ekin bitirmesini ve mememlerin süt vermesini nasıl talep edebilirsiniz?
Bir Allah dostu Allah'a yönelişinde sadâkat üzere devam ederse, artık ona buğz eden sevmeye, onunla ilişkide bulunmayan kendisini ziyaret etmeye ve ondan hoşlanmayan övmeye başlar. Ama mücrim ve münâfik hâlâ onu sevmemeye devam eder.
Günlük dersi terketmek
Bir müid bir gün virdini bırakırsa Allah da o gün ona yardımını keser.
Ey evlâtlarım! Biliniz ki: Yolumuz hakîkate erme, tasdîk, doğru sözlülük, çalışma, amel, maddî-manevî temizlik, gözleri haramdan sakınma, eli, edep yerini ve dili koruma yoludur. Her kim bunlara riâyet etmezse, istese de istemese de yolumuz onu reddeder.
Kur'an'ı ezberlemek ve hükmü ile amel etmek
Ey Kur'an'ı ezberlemiş olan Kur'an hâmili! Onunla amel etmiyorsan sırf ezberlemekle sevinme. Zira Allah (c.c.) "Tevrat'ı ezberleyip içindekilerle amel etmeyenlerin durumu, kitapları yüklenmiş merkeplerin durumu gibidir" (Cuma, 62/5) buyurmaktadır. Sen, Kur'an'da bulunan bütün hükümlerle amel etmedikçe merkep olmaktan kurtulamazsın ve onda bulunan bütün harfler aleyhinde şâhitlik eder.
Ey evlâtlarım! Bu kadar aldanma, aldatma, oyun, eğlence, cehâlet, hevâ, iftirâ, cimrilik, sözünde durmama, yanılgı, unutma, gaflet, hata, günah, yalan, bıkkınlık nedendir? Nice nasîhatlar dinlersiniz, ibret alıp düzelmezsiniz. Sanki ölüler gibi olmuşsunuz.
Eğer Hakk Teâlâ hazretleri kalplerinizdeki kilidi açsaydı, Kur'an'daki hayret uyandıran hususları, hikmetleri, manaları ve ilimleri anlar, onun dışındakilerden müstağnî olurdunuz. Çünkü mevcûdatla ilgili bütün hususlar onda yazılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurur: " Biz bu Kitap'ta hiç bir şeyi eksik bırakmadık" (En'âm, 6/38). Allah her kime bu Kitap hakında bir anlayış verirse her harfin manasını, sebebini, sıfatını da kendisine öğretir. Bu kimse bu harflerle ulvî ve süflî âlemlere ait bilgilerin yanında Arş, Küsü, semâ, su, yıldızlar, hava ve yeryüzü ile ilgili ilimleri de öğrenir.
Şeriata ve Kitab'a tâbi olan kimse eğer emir ve yasaklara vâkıf ise anlayışı da hakîki olur. O bu hakîki anlayışı ile bütün müşkülleri çözer, bütün rumuzları halleder ve bütün kapalılıkları açar. Ama onun anlayışı sadece söz ezberlemek ve bazı zâtların makamını öğrenmekten ibaret ise, bu hakîki anlayış sayılmaz; aksine hakîki anlayışa ve hakîki ilimleri öğrenmeye perde olur. Bütün işi sadece laf üetmekten ibaret olan kimse anlayan, amel eden ve irfan lisânı ile konuşan kimse gibi değildir. Müşâhede makamına ulaşan bir çok insan vardır ki, kendisinden o makamın anlatılması istendiğinde anlatamaz, o ancak yaşanır.
Bütün bunlardan kastım tüm evlâtlarımın laf üeten değil, tadan ve hakîkatı yaşayan kimseler olmaları; ilimleri sadırlardan ve satırlardan değil, rabbânî kaynaktan almalarıdır. Çünkü Allah dostları ancak tattıkları şeyleri söylerler. Onların kalpleri Allah'ın lütfu ve ihsanı ile doludur. O kalplerden âb-ı hayat damlaları akar. İşte, Allah dostlarının ilimleri bütün ilimlerin kaynağı olan ilâhî kaynaktan gelir.
Laf üetene gelince o sadece başkasından hikâye eder, Allah dostlarının yaşadığı zevkten bir nokta veya bir zerre istifâde edemez. Ona şöyle nidâ idilir: "Bu o kimsedir ki, bu aldanma dünyasında kabukla (kışırla) yetindi, halbuki biz öyle insanlar gördük ki, testere ile biçilseler bile ulaşamadıkları makamları aslâ anlatmazlardı".
Tasavvuf konusunda söz söylemek
Ey evlâtlarım! Size birisi tasavvuf, marifet ve muhabbetten sorarsa, Allah dostlarınınki gibi işleriniz düzgün olmadıkça ona dilinizle cevap vermeyiniz. Sizden biriniz dînî emirleri yerine getirip amelde de sâdık olduğu zaman, dili faydalı şeyler söylemeye başlar. İşte bu onun sadâkatinin bir semeresidir. Kim özünde ve sözünde dosdoğru ve ihlâslı olduğunu iddia edip de kendisinde edeb ve tevâzuun semeresi görülmezse yalancıdır, ameli riyâ ve gösteriştir. Onun bu kötü ameli, kendisi istese de istemese de ancak kibir, ucub, nifak ve kötü ahlâka sebep olur. Allah muhafaza buyursun.
Tasavvuf sadece yün giymekten ibaret değildir. Yün, belki tasavvufun alâmetlerinden biridir. Tasavvufun asıl önemli yönü, tasavvuf ehlinin, tasavvufun ince noktalarına ve güzelliklerine uymasıdır. Bu da hemen olmaz, tedrîcen olur. Sûfi, tasavvufun hakîkatına ulaştığı zaman, sert elbise giyemez. Çünkü o, letâfet makamına ulaşmış, iç âlemine dönmüştü. Onun için ayrılık da bitmiştir.
Müid ise böyle değildir. O, nefsini terbiye etmek ve onu Mevlâ'ya boyun eğdirmek için, sert elbise giyebilir, lâtif olmayan gıdalardan yiyebilir. Böylece müid yüksek makamlara hazırlık yapmış olur. Manevî perde inceldikce, elbise de incelmeye başlar.
Hakiki müşidin özellikleri
Allah dostunda haset, gıybet, isyan, aldatma, kendini beğenme, gösteriş, başkalarının önünde eğilme, yalan, kibir, ucub, şımarıklık, övünme, boş söz, nefsin gayr-ı meşrû isteklerine uyma, meclislerde en önde oturma, kendinin de var olduğunu gösterme, münakaşa, başkalarını imtihan etme, onların noksanlarını söyleme, sû-i zanda bulunma gibi hususlar bulunmaz. O güzel ve gösterişli elbise giyen kimseler hakkında kötü zanda bulunmaz, bu yolda hırka giyerek kendini belli edeni ayıplamaz. Ancak bilerek şeriata muhâlefet edenler olursa onlara karşı ilgisiz de değildir.
Allah'ın velî kulu mahlûkâtın kendisine hümet etmesine, ona saygı duymasına, onun için ayağa kalkıp oturmasına, onu kabul veya reddetmesine ve buna benzer zâhirî hallere iltifat etmez. O, yalnız Allah Teâlâ'dan gelecek iltifatı ister.
Muhabbet
Sen ve ben maddî olarak bir araya gelmekle muhabbet oluşmaz. Muhabbet ancak, ruhlarımızın cesetlerimiz ile tek mizac haline gelip kaynaşmasıyla oluşur.
Allah dostlarından hiçbiri bid'at ehli değildir. Onlar edep konusunda sadece Allah Rasûlü (s.a.v.)'i takip ederler. O da bu edebi Kur'an-ı Kerîm'den almıştır. Bir edep kuralı olarak Kur'an'da şöyle buyrulur: "Ey Mü'minler! Sizin eviniz olmayan evlere izin alıp ev halkına selâm vermeden girmeyin" (Nûr, 24/27). İşte Allah dostları bir yere gittikleri zaman üç defa izin isterler. Şayet kendilerine izin verilirse girerler, aksi halde dönüp giderler.
Toplu halde bulunmanın tehlikeler
Bizden önce gelip geçmiş zâtlar, toplu halde bulunmanın tehlikelerinden korkarlar ve bundan dolayı uzleti tercih ederlerdi. Ancak Cuma namazı için dışarı çıkarlardı. Bir de hiçbir riyâ, yersiz münakaşa, ucub ve aldatmanın bulunmadığı ilim meclislerine katılırlardı. Zamanımızda kötü hasletlerden sakınan azdır. Sen, Allah Teâlâ'nın vâcip kıldıklarını öğrendikten sonra yalnızlığı tercih et.
Daha sonra Düsûkî hazretleri hicrî yedinci asrın bazı tehlikelerine dikkat çekerek şöyle der:
Ey yavrucuğum! İnsanların çoğunun Allah'ın şeriatına zarar verdiği ve hakîki muhabbeti bid'at saydığı bir asırda bulunuyorsun. Bu insanlar Allah'ın lütuf ve ihsanlarını, mu'cizevî fiillerini bilmiyor, lütuf ve ihsan kapısının kapandığına inanıyorlar. Kim buna inanırsa Allah'ın irâdesine karşı çıkmış olur, bundan Allah'a sığınırız. Bundan dolayı Allah dostlarının böyle kimselerden uzak durması lâzımdır.
Allah dostlarının kıymetini bilememek cehâlet ve basîretsizliktir. Allah'ın sevgili kulları hakkında kötü söz söylenemez. Bir müslümanın onları reddetmesi aslâ düşünülemez.
Bir defasında Cüneyd (r.a.)'a şöyle dendi: "Bazı evliyâullah vecd hali gösteriyor ve öteye-beriye sallanarak yüüyorlar. Onlar hakkında ne dersiniz?" Bu soruya o şöyle cevap verdi: "Onları kendi haline bırak, Allah ile rahata kuvuşsunlar. Şeriatın açıkça yasakladığı hususlar hariç onların bu hallerini kınama. Dikkat et! Bu yol onların ciğerlerini parçalamış, sa'y ve gayret kendilerini yormuş ve bir çok zorluklara katlanmışlardır. İçerisinde bulundukları halleri aşmak için böyle yaparlar. Bunda da bir mahzur yoktur".
Ey Kardeşim! Sen onların tattıklarını tatsaydın, bağırmalarını ve elbiselerini yırtmalarını mazur görüdün. Allah'tan dileğim odur ki, bütün evlâtlarımı doğru yola iletsin. Çünkü o, herşeyi işiten ve dualara karşılık verendir.
Allah dostlarının ahlâkını öğrenmemek mahrumiyete sebep olur. Onlara karşı edebe riâyet etmemek ise helâke götüü. Allah'ın rahmet kapısı açıktır ve hiç bir zaman kapanmamıştır. Allah dostları daima Allah'ın rahmet kapısında durup yalvarırlar.
Tefsir ilmi
En sağlam tefsir selef-i sâlihînden rivâyet edilen tefsirdir. Sağlam olmayan tefsir de her asırda değişen tefsirdir. Şayet mecbur kalmasaydık ancak selef-i sâlihînden rivâyet edilen tefsiri naklederdik.
Bir âyet hakkında kalbimize bir şüphe geldiği zaman, Rabb'imizin kapısına müacaat eder, ondan izin alır, bu kelâmından muradının ne olduğunu sorar ve bize bildirdiği kadarıyla konuşuruz.
Sözün özü şudur: Bize teslimiyet göterin, kurtulursunuz. Biz ancak Allah'tan aldığımız ilmi söyleriz. Çünkü ilim O'nundur.
Rubûbiyet feyzi taştığı zaman kul fazla gayrete ihtiyaç duymaz.
Gayret sarfeden kimse, manevî âleme ait sayfalardaki ilâhî sırları okumadıkça, eksiktir. Ancak Yüce Allah, bu eksik kuluna, ilmiyle âmil olmayana vermediği hikmetler verir. İşte Allah dostlarının arzusu da bundan başka bir şey değildir. Onlar, marifet ilmini elde ettikleri zaman, zahmet çekmeden onunla her şeyi tanırlar, aradan perde kaldırılır.
Ancak Allah isterse marifet bilgisini alır. Bundan da Allah'a sığınırız.
Kim fâni dünyada fenâ makamına ererse, bâki âlemde sonsuza kadar yaşar. Fâni dünyanın Hakk'a vâsıl olmada bir perde olduğu bilinmelidir. Bâtıl yolda fâni olunmamalıdır. Bazıları fenâ haline Mûsa (a.s.)'ın Sina dağında fâni oluşunu misal verirler .1
Şefkat ve merhamet
Kim Allah'ın yarattıklarına şefkatli davranmazsa, Allah dostu olamaz. Rivâyete göre Mûsâ (a.s.) koyun güderdi. Fakat koyunlardan hiç birine bir değnek bile vurmadı, onları aç bırakmadı, eziyet de etmedi. Allah Teâlâ da onu İsrailoğullarına peygamber olarak gönderdi, onunla konuştu. Mûsâ (a.s.) peygamberliğinden sonra da çobanlığa devam etti ve milletini bir çok kötülüklerden korudu.
Başka söze hacet yok; kim Allah'ın yarattıklarını aziz tutar, onlara şefkatle muamele ederse, Hakk ehlinin ulaştığı derecelere ulaşır.
Müşidin lüzûmu
Eğer insanlar tamamiyle kötülüklerden vazgeçseler ve Allah'ın emri altına girselerdi, şeyhlere ihtiyaç duyulmazdı. Fakat onlar bu yola bir çok illet ve hastalıkla girdiler, manevî bir hekime ihtiyaç duydular.
Bir kimse huzuruna gelip bu yola girmeye karar verince ona şöyle derdi:
Ey falan! Senden, Allah'ın Kitab'ına, Hz. Peygamber'in Sünnet'ine tabi olmanı, namaz kılmanı, oruç tutmanı, haccetmeni, bütün emirlere uymanı ve güzel işlere sarılmanı, söz, fiil ve itikat olarak Allah'a itaatla meşgul olmanı istiyorum.
Ey oğulcuğum! Dünyanın süsüne, bineklerine, giyim-kuşamına ve hazzına bakma. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ahlâkına tâbi ol. Eğer buna muktedir değilsen müşidine tabi ol. Bunu da yapmazsan helâk olursun.
Ey yavrucuğum! Bil ki, tevbe ne kitap sahifelerinde yazıldığı gibidir, ne de amelsiz sözden ibarettir. Tevbe, ölünceye kadar, yaptıklarını bir daha yapmamaya kesin azmetmektir. Bundan dolayı ey oğlum! Karanlık gecelerde ayaklarını sağlam yere bas, boş işlerle uğraştığın halde kendini tarîkat ehli sanma. Bu yol alay etme ve eğlenme yolu değildir. Unutma ki, alay edenle, alay edilir.
Şeyhlik pâyesi
Bir gün Düsûkî hazretlerine bir derviş gelir ve kendisine şeyhlik pâyesi verilmesini ister. Düsûkî (k.s.) bu zâta bakıp şöyle der:
Ey oğulcuğum! Şeyhlik pâyesi ancak uzun müddet çalışan, bu yolda yorulan, bütün işlerinde ihlâslı olan, Allah dostlarının işaretlerindeki manaları sezen, onların hallerine ait haberleri gözeten, yine onların hareketlerinde, duruşlarında, yolculuklarında, halvet ve celvet hallerinde maksatlarını anlayan kimselere verilir. Eğer sâdık bir insan isen utanılacak işler yapma, oyun ve eğlence ile meşgul olma, çocuk gibi davranma.
Kulun kalpten değil de sadece dil ile tevbe ittim demesi tevbe değildir. Kitap yazmak ve bilgi toplamakla da tevbe olmaz. Tevbe, kulun bütün kâinattakileri tevbesinda anması, Mevlâsından başka her şeyi kalbinden çıkarmasıdır. Bu söylenenler bir Hakk yolcusunda bulunursa, Allah dostlarının ulaştığı makamlara ulaşması mümkün olur.
Allah dostlarının yoluna yeni girenler
Bu yola yeni girenin gıdası açlık, yağmuru gözyaşı, ihtiyacını arzedeceği yer Allah Teâlâ'dır. Bu mübtedî zayılayıncaya kadar oruç tutar, böylelikle kalbine incelik girer, kalp gözü açılır, kulağındaki manevî ağırlık kalkar. Bundan sonra o, Kur'an'ı ve onun öğütlerini hem kulak, hem de kalp ile duyar. Buna mukabil kim boş sözler konuşur, ruhsatların peşinde koşar, haddinden fazla yer, içer ve uyur ve "bunları yapanı kimse kınayamaz" derse, ondan hayır gelmez.
Yolumuzda şiddetli deniz dalgaları, ateş, açlık ve yorgunluk gibi bir çok zorluklar bulunmaktadır. Bu yol, manasız ve maksatsız değildir, Allah'a ulaşma yoludur.
Şunu söylemek gerekir ki, maalesef evlâtlarımdan bir tanesini bile hakîki manada, Allah dostlarının izlerini takip ettiğini ve kendilerine sır verilecek kadar derece katettiklerini göremedim. Bu aldatıcı zamanın şerrinden, bütün güç ve kuvvet elinde olan Allah'a sığınırım.
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca